Orhun yazıtlarında ilk kez
717 yılındaki ayaklanmaları nedeniyle adları geçen
Uygurlar, Çin kaynaklarında çok eski zamanlardan
başlayarak adlarının türlü biçimleri ile anılmışlardır. Hoei-ho, Vei-ho,
Hu-ho, Heui-hu, Uygur adlarının anlamı, Çin kaynaklarında
şahin hızı ile hareket eden ve saldıran biçiminde açıklanmakta, diğer yandan
da sözcüğün uy-izlemek ve gur ekinin birleşmesi ile ortaya çıktığı
bildirilmektedir. Uygurların yaşadıkları bölge daha çok Doğu Türkistan'dır.
Doğu Türkistan Uygurların asıl merkezi olmakla beraber
Uygur boyları Asya'nın ve Avrupa'nın
çeşitli köşelerine göç etmişlerdir. Uygurlar'ın değişik bölgelere göç etmeleri
nedeniyle, birçok bölgenin kaynaklarında haklarında bilgi verilmektedir.
Bazı tarih kaynakları
Uygurlar'ın topluluk olarak M.Ö.III. yüzyıldan sonra
tarih sahnesine çıktıklarını bildirmektedir. Değişik kaynaklardaki bilgiler,
Uygur sözcüğü için farklı anlamlar vermektedir. Buna göre, aç kalmayan,
yerleşik yaşayan, katı, uyan, doyan gibi Türkçe karşılıkları ve anlamları
vardır. Uygur sözcüğü daha çok uyar, yumuşak başlı ve en önemlisi uygar
anlamlarında kullanılmıştır.
Kuraklık ve benzeri nedenlerle
Orta Asya'dan göçler başladığı zaman Uygurlar
da Doğu Türkistan'dan kalkarak önce güneye daha sonra da
batıya doğru göç etmişlerdir. Orta Asya'dan kaynaklanan Türk
göçleri arasında önde gelen Türk boyları olarak Uygurlar
önemli bir konuma sahiptirler. Uygurlar önce ayaklanma daha
sonra da göçlerle tarih sahnesine çıkmışlardır ama, nasıl ortaya çıktıkları
konusunda değişik yorumlar bulunmaktadır. Kaynakların yetersizliği nedeniyle
daha çok mitolojik bilgilere dayanılmakta ve Uygurlar'ın
kaynağı ile ilgili olarak bir efsanenin bulunduğu ileri sürülmektedir. Bu
efsaneye göre, Uygurlar'ın ilk yerleri Tula
ile Selenga arasındadır. Töles boylarının
kuzeyinde yaşayan Uygurlar 630 yıllarında
Tula ırmağı boylarına inerler. Tarduşların
egemenliğini tanıdıktan sonra Uygurlar yer değiştirirler. Bu
göç sırasında dokuz boyların hepsi Tula'nın güneyine
inmişlerdir. Selenga boylarında daha pek çok Uygur vardır.
Göktürk yazıtlarında Dokuz Oğuzlar'a karşı yapılan seferlerin hepsinde
ToguBalık adlı bir kentten söz edilmektedir. Uygurlar
Kültekin zamanında da Tula ırmağı
kenarlarında yaşıyorlardı. Bilge Man daha sonra
Selenga ırmağı yöresinden aşağı inerek Kısalta
bölgesinde Dokuz Oğuzlar'ın yerleşme merkezlerini basar.
Bunun üzerine bir kısım Uygurlar Doğu'ya kaçarlar.
Tula ve Selenga ırmakları arasında kalan bölgeye
Talun-Aral adı verilmektedir. Uygurlar ilk
olarak bu iki ırmağın arasında kalan bir ada olan Talun-Aral
bölgesinden çıkmışlardır. Efsaneye göre bu bölgedeki en yüksek dağa bir gece
nur iner. O nurun göründüğü yerde daha sonra kara renkte beş ayrı çadır
belirir. Her birinde bir erkek çocuk oturmaktadır. Bu efsane hem Moğol
hem de Çin kaynaklarında benzer biçimlerde anlatılmıştır.
Oğuz Kağan destanında da böyle gökten inen ışığa rastlanmaktadır.
Uygurlar'ın doğuş efsanesinin bir başka anlatımına göre de gökten
ışık inme yolu ile gebe kalma söz konusudur.
Uygur
Türkleri ilk zamanlarda bugünkü Sarı Irmak nehrinin kuzey
kesimlerinde kalan Kansu, Çingey ve
Şensi ülkelerinden başlayarak Tarım nehrinin kuzey
kesimlerine kadar olan geniş sahalarda yaşamaktaydılar. Çinlilerin
sürekli baskıları sonucunda M.Ö.III. yüzyılda
Moğolistan'ın Selenga bölgesine çekilmişlerdir. Bu
dönemlerde Orta Asya'da Büyük Hun
İmparatorluğu hüküm sürmekte ve Uygurlar da bir federasyon
olan bu büyük imparatorluğa bağlı federe bir devlet olarak katılmaktaydılar.
Hun İmparatorluğu'nun iç karışıklıklar sonucunda dağılıp
parçalanmasından sonra iktidar Hun Türklerinin halefleri olarak Tabgaç
hanedanının eline geçmiştir (386-534). Uygur
Türkleri de Tabgaç devletini oluşturan yeni federasyona yedi
ayrı boyla katılmıştır. Tabgaçlardan sonra iktidar tüm
Orta Asya'da Göktürkler'in eline geçti.
Göktürk İmparatorluğu'nu oluşturan elli Türk boyu arasında
Uygur boyları da yer almıştır. Göktürk
İmparatorluğu'nun da bir süre sonra yıkılmasıyla 627
tarihinden başlayarak Uygurlar, Karluk,
Basmil, Dokuz Oğuz Türklerini kendi
yanlarına çekerek güçlü bir ordu oluşturmuşlar ve 744 yılında
Göktürk İmparatorluğu'nun yerine Uygur
devletini kurmuşlardır.
Dokuz boydan (Yağlakar,
Uturkor, Turlumviyar, Avuçağ, Karsar, Hogarsu, Yabutkar, Ayaret) oluşan
Uygur devletinin kurucusu Boyla Kağan
olmuştur. Orhun ırmağı kenarındaki Karabalgasun
kenti Uygur devletinin başkenti olarak benimsenmiştir.
Boyla Kağan ölünce yerine oğlu geçmiştir. Onun döneminde
Uygur devletinin sınırları kuzeyde Yenisey,
Orhun ırmakları, batıda Sayan dağları,
doğuda Ordus ve güneyde Kum derya-Hotan,
Kaşgar'a kadar genişlemiştir. Uygur Türkleri
tarih sahnesine çıktıkları zaman Çin'de Tang
sülalesi gerilemeye başlamıştı. Çin ordusu Talaş ırmağı
kenarında Arap ordularına yenilerek geri çekilmişti. Bu
sıralarda Lu Şang adında bir komutan devletin zayıflığından
yararlanarak Çin imparatoruna karşı ayaklandı. Çin imparatoru bu durumda
Uygur Kağanı Moyençur'dan yardım istedi.
Arap halifesi de imparatora bir ordu ile yardım etti. Bu sırada Uygur
Kağanı ordusu ile Çin'e girerek 757'de
Loyang kentini geri aldı. Çin imparatoru
bunun üzerine Uygurlar'a yıllık vergi ve ikiyüz ton ipek
vermeyi kabul etti. Moyençur'dan sonra Bögü Kağan
Uygurlar'ın başına geçti, iç karışıklıkların sürdüğü
Çin'e girerek kendisi ile ticaret yapmaları için Çinlileri zorladı.
Bu seferden sonra Uygur tüccarları Çin içine
girerek serbest dolaşma ve istedikleri gibi mal alıp satma hakkını elde
ettiler. Çin ipekleri karşılığında Uygur
hayvanları Çin pazarlarında satılmaya başlandı.
Bögü Kagan'ın
Çin'e gitmesi Türk kültür tarihi açısından büyük sonuçlar
yarattı. Çin'de Mani rahipleri ile tanışan
kağan dönüşünde dört Mani rahibini Uygur ülkesine beraberinde
getirdi. Rahiplerin etkisinde kalan Bögü Kağan kısa bir süre
sonra Buda dini yerine Mani dininin resmi devlet dini olmasını istedi. Bunun
en başta gelen nedeni Türkler'in din açısından Çinlilerle ilgisinin
kesilmesiydi. Buda dininden olan Çinliler Uygur Türklerini
etkilemeye çalışıyorlardı, ikinci önemli neden ise, pasif tutumu savunan Buda
dininin Türkler'in savaşçılık ruhunu zayıflatmasıydı. Çin'de
yeniden büyük karışıklıklar çıkınca bazı kesimler Bögü Kagan'a
Çin'i istila etmesini önerdiler. Bunu benimseyen Bögü
Kağan hazırlıklarını sürdürürken yeğeni Bağa Kağan
tarafından öldürüldü. Bağa Kağan başa geçtikten sonra
Çin'e karşı tutumunu değiştirdi. Bu ülkeyi elde etmenin kolay
olduğunu ama, yönetmenin zor olduğunu düşünüyordu. Ayrıca Türkler
bu kalabalık nüfuslu toplumun içinde eriyip gidebilirlerdi. Doğu
Göktürkleri zamanla Çin'in içinde eriyip gitmişlerdi. Bağa
Tarkan'dan sonra başa Külüg Bilge ve Kutluk
Bilge geçtiler.
Çin'in
karışıklığından yararlanmak isteyen Tibetliler bu ülkeye
akınlara başladılar. Çin ile iyi ticaret ilişkileri olan
Uygurlar bu durumlarını yitirmemek için Çin'i Tibetlilere
karşı korumak istediler, ne var ki, başarıya ulaşamadılar. Uygurlar'ın
Tibetlilere yenilmesinden sonra ülkede karışıklıklar başladı.
Kutluk Kağan (795-805) başa geçtikten sonra
ise Uygur devleti yeniden düzene girdi. Ekonomik çalışmalar
ve ilişkiler birden gelişmeler gösterdi. Kutluk Kağan ile
başlayan düzenli dönem daha sonra başa geçen Külüg Bilge
zamanında huzur ve gelişme dönemine dönüştü. Ondan sonra başa geçen
Alp Bilge Kağan ile Bulmuş Küçlük Bilge zamanlarında
Uygur devleti yüksek dönemlerini yaşadı. Bunlar zamanında,
Karabalgasun kenti civarına Uygur dönemini
anlatan yazıtlar dikilmişti. Bu kağanlar Uygur devletine
saldıran Tibetlileri durdurmuşlar, hakanlığa bağlı olan
Karlukları yeniden düzenli bir yönetime kavuşturmuş ve
Uygurlar'ın diğer ülkelerle olan ekonomik ilişkilerini
geliştirmişlerdir.
Uygur
devletinde çıkan yeni karışıklıklar sonucunda bu iki kağan da öldürülünce
devlet yeniden sarsıldı. 620 yılından sonra Yenisey
bölgesinde karışıklık çıkaran Kırgızlar kalabalık güçlerle
840 yılında Uygur devletine saldırarak
Karabalgasun kentini ele geçirdiler, halkı da kılıçtan
geçirdiler. 839 yılında yaşanan çok şiddetli kış da
Uygur devletinin ekonomik ve sosyal açıdan belini büktü. Bu olayların
birbirini izlemesiyle Hun, Tabgaç,
Göktürklerden sonra siyasal sahneye çıkarak tam bir yüzyıl
hükümranlık süren birinci Uygur devleti yıkıldı.
Maniheizm dininin
Uygurlar'ın savaşçılığını yitirmesinde ve giderek yazgılarını kabul
eden pasif bir tutumu benimsemelerinde önemli rolü vardır.
Daha önceleri birkaç kez
yendikleri Kırgızlara yenilmek birinci Uygur
devletinin sonu oldu. Bu olay üzerine Uygurlar kendi
ülkelerinden göç etmeye başladılar. Kağan ailesinden iki kardeş
Uygurlar'ın göçlerini yönlendirdi. Doğudaki Uygurlar
Çin sınırlarına, orta ve batıda yaşayanlar ise, Asya'nın
önemli ticaret merkezlerine giderek bu bölgelerde yerleştiler. Bir milyon
kişiden fazla bir topluluk Kansu bölgesine göç etti. İkinci
bir kafile Beşbalık yöresine, daha küçük bir Uygur
topluluğu da Kaşgar ve Hotan bölgelerine
yerleştiler. Kansu taraflarına göç eden Uygurlar
Vuhi Tekin'i kendilerine kağan olarak seçtiler.
Kansu'nun
merkezi Kançu kentini merkez alan Uygur
Türkleri burada ikinci Uygur devletini kurdular. Yeni kurulan
devletin adı tarih kaynaklarında Kançu Uygur devleti olarak
geçmektedir. Uygurlar Çin ile daha çok
ticaret üzerine kurulu bulunan ilişkilerini, imparatorun kızları ile
Uygur prenslerini evlendirerek sağlamlaştırmışlardır. Ancak
Tang hanedanına karşı ayaklanmaların arttığı onuncu yüzyıl başlarında
Kansu Uygurları bağlı oldukları ve merkezi Tunhu
olan Çin bölgesi ile ilgilerini kestiler. Burada 905
yılında bağımsız bir devlet kuran isyancı general, Altındağ Krallığı
adını verdiği bu devlete Uygurlar'ı da katmak istemiştir.
Bunun üzerine Kansu Uygurları gönderdikleri ordu ile bu
devletin merkezini kuşatarak egemenliğine son vermiştir. Bu olaydan sonra
Uygurlar'ın batı kolu da bağımsızlık kazanmıştır.
Uygurlar bu zaferden sonra yeniden güçlenme dönemine girmişlerdir.
Kansu Uygur Devleti, Uygurlar'ın tarihinde
ikinci dönem oluyordu. Artan ticari ilişkiler ile beraber Uygur devletinin
bölgedeki siyasal gücü de eskisine oranla daha iyi bir düzeye ulaşmıştı. Bu
sıralarda Çin'de Tang hanedanı düşmüş ve Beş
Sülale dönemi başlamıştı. Bu beş sülalenin üçünü Şato Türkleri
kurmuştu. Çin'in iç sorunlarına yönelmesi sonucunda
Uygurlar Çin ile bağlantılarını keserek tam
anlamıyla bağımsız bir devlet durumuna geldiler. Ancak Uygurlar'ın
bu ikinci bağımsızlık dönemlerinin de fazla uzun sürmediğini ve önce
940 yılında Kitanların, daha sonra 1028
yılında da Tangutlar'ın egemenlikleri altına girdikleri
görülmektedir. Uygurlar, Cengiz Han
Moğol İmparatorluğu'nu kurunca bu yeni devletin içinde yerlerini
aldılar. Uygurlar bu imparatorluktan sonra da Kansu
bölgesinde yaşamayı sürdürdüler ve buranın halkı oldular. Günümüzde bile
Sarı Uygurlar Kansu bölgesinde yaşamaktadır.
En eski Türk lehçelerinden birisi olan Uygurca'yı konuşmakta, günlük
yaşamlarında Orhun yazıtlarında kullanılan numaralama sistemini
kullanmaktadırlar. Kansu Uygurları sonraki
dönemlerde büyük bir askeri güç gösteremediklerinden haklarında tarih
kaynaklarında fazla bilgi yoktur. Moğol İmparatorluğu'ndan
sonra Orta Asya'da kurulan yeni devletlerin içinde
Kansu Uygurları da o bölgenin halkı olarak yerlerini almışlardır.
Turfan
yönüne göç eden Uygurlar'ın başında Uku Tekin'in
kardeşi Onye Tekin bulunuyordu. Kendisi Uygur
boyları birliğinin son kağanı sayılmaktadır. Tanrı Dağları,
Turfan ve Beşbalık yörelerine yerleşen
Uygurlar, Kırgızlarca Karabalgasun
baskınında öldürülen kağanlarının yeğeni Mengli'yi
856 yılında kendilerine yeni kağan seçtiler. Yeni kağanın unvanı "Ulug
Tanrıda Kut Bulmuş Alp Külüg Bilge" idi. Kağan seçiminden sonra bu
bölgede oturan Uygurlar Doğu Türkistan Uygur
devletini resmen kurdular. Böylece Kansu Uygurları'ndan sonra
Doğu Türkistan'daki Uygurlar da
bağımsızlıklarını açıklayarak ikinci bir Uygur devleti
kuruyorlardı, iç çekişmelerle uğraşan Çin bu yeni
Uygur devletini resmen tanıyarak yakın ilişkiler kurdu. 900
yıllarından sonra Uygur devleti ile ilgili kaynaklarda çok az
bilgi verilmektedir. Güney sınırları Tibet, batı sınırları
Karluklar ile çevrili bulunan bu Uygur
devletinin Turfan, Kaşgar, Beşbalık,
Kuça, Hami gibi büyük kentleri bünyesinde
toplayan ülkelerini genişletmek gibi bir politika izlemedikleri
anlaşılmaktadır. Bu koşullarda dış politikası sönük geçen Uygurlar,
savaştan çok ekonomi ve ticaret ile uğraşmışlar, Çin ve
Batı ülkeleri ile ticaret ilişkilerini geliştirmişler, kültür
ve sanata ağırlık vererek önemli eserler meydana getirmişlerdir. Eski Türk
kültürünün doğmasında ve kişilik kazanmasında Uygur
devletinin çok önemli rolü vardır.
KAYNAK:http://www.denizce.com/tduygur.asp