GÖKTÜRK ALFABESİ VE ERGENEKON
Göktürk alfabesi günümüzde alfabenin temeli olmuştur. 38 harf
vardır. Bunlardan dört tanesi sesli, geri kalanlar ise sessizdir.
Orhun yazıtlarında ortaya çıkarılan Göktürk alfabesinin belirlenmesi
Türkoloji çalışmalarında dönüm noktası olmuştur. O dönemlerde Göktürklerin
yazılı bir alfabeye sahip olmaları kültür açısından ileri bir toplum düzeyinde
bulunduklarını göstermektedir. Orhun yazısında sessizlerin
yanında çeşitli işaretler de kullanılmıştır. Ayrıca bazı çift sesler de
vardır. Vokaller ise çoğunlukla yazılmazlar.
Orhun yazıtları Baykal Gölü'nden
400 km güneyde bulunmuştur. Burası Cengiz'in başkenti
Karakurum'un tam karşısına düşmektedir. Bilge Kağan
ile Kültigin yazıtları üç abidenin en sağlam ve temiz
olanlarıdır. Yükseklikleri dört metreyi bulmaktadır. Üçüncü yazıt ise
Tonyukuk yazıtıdır. Göktürk alfabesini yaşatan bu yazıtlar sonraları
bu alfabenin yüzyıllarca etkin ve yaygın olmasına yardımcı olmuşlardır. Bu
alfabe daha sonraları Avarlar ve Sekeller
aracılığıyla Avrupa'ya geçmiş ve Macar
dilini etkilemiştir. Orhun yazıtları koyu bir ulusalcılık
çerçevesinde kaleme alınmıştır. Daha önceki Türk yazını ile ilgili yazıtlar
olmadığından, bu yazıtlar çok mükemmel görünmektedir. Ne var ki, bu düzeyin
belirli bir geçmişe sahip bulunduğu kuşkusuzdur.
Örnek olarak ele alındığında Bilge Kağan
kendi yazıtında şöyle seslenmektedir:
"Ben Tanrı'ya benzer, Tanrı'dan olmuş Türk Bilge
Kağan. Tanrı irade ettiği için, kağanlık tahtına oturdum. Ey ulusum, ey
hanedanım! Sözlerimi dikkatle dinle!
İleride gün doğusuna, güneyde gün ortasına,
batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar bütün milletler şimdi bana
tâbidir. Şimdiki gibi, kargaşalık olmaksızın, Türk Kağanı, Ötüken'de oturursa,
Türk yurdunda sıkıntı olmaz. Ben, Ötüken'de oturarak tek başına yurdu idare
ettim. Çinliler'in altınına, gümüşüne, ipeğine, tatlı sözüne, değerli
hediyesine kapılmadım. Bunlara kapılan ne kadar Türk'ün öldüğünü, Çin
boyunduruğuna düştüğünü unutmadım. Tanrı yardım etti, Türk Kağanı oldum.
Dağılmış ulusumu bir araya topladım. Fakir halkımı zengin ettim. Azalmış
ulusumu çoğalttım. Atalarım Bumin Kağan'a, İstemi Kağan'a lâyık bir evlat
olmaya çalıştım.
Atalarım Türk ülkesini öylesine sıkı tuttular,
öyle bilgelikle, öyle güzel törelerle yönettiler ki, Türk ulusu bahtiyar oldu,
onların ölümlerine candan ağladı. Atalarıma tâbi olan bütün yabancı uluslar,
Çinliler, Tibetliler, Moğollar bile onların çağında yaşadıkları yaşamı
unutmadılar. Atalarım o kadar ünlü kağanlardı. Sonradan bilgisiz, kötü
kağanlar Türk tahtına oturdular. Onların kötü idaresi ve Çinliler'in hilesi
yüzünden Türk ulusu zengin ülkelerini yitirdi. Türk kağanlarının cihanı tutan
gücü geçmişte kaldı.
Bu yüzden Çinliler'e beylik eden Türkler köle,
Türk kızları cariye oldu. Türk beyleri, şanlı isimlerini bıraktı, Çince
isimler kullanmaya başladı. Türkler, Çin kağanına uyruk olup elli yıl onun
acıklı ve utandırıcı idaresinde yaşadılar.
Fakat Gök Tanrı, Türk'ün bu durumuna acıdı, Türk
ulusu yok olmasın, eskisi gibi dünyanın en yüce milleti olsun diye, babam
llteriş Kağan ile anam Elbilge Hatun'u Türkler'e kağan kıldı. Tanrı güç verdi,
babamın Türk ordusu kurt, Türk düşmanları koyun oldu, kurt önünden kaçan
koyunlar gibi dağılıp gitti. Babam Kağan, doğudan batıya at koşturup Türk
ulusunu topladı. Türk Devleti'ni ihya etti.
Ey Türk Oğuz Beyleri! Üstten gökçökmedikçe,
alttan yer delinmedikce bil ki Türk ulusu, Türk yurdu, Türk Devleti, Türk
töresi bozulmaz. Ey ölümsüz Türk ulusu! Kendine dön! Su gibi akıttığın kanına,
dağlar gibi yığdığın kemiklerine lâyık ol!
Ey ulusum! Bil ki, ben, zengin ve parlak bir
millete han olmadım. Zayıf ve zavallı bir milletin başına geçip tahta oturdum.
Kardeşim Kül Tigin ve yeğenlerim olan iki prens ile ant içtik; babamın,
amcamın hayatlarını verdikleri millet uğrunda biz de bütün gücümüzle çalıştık.
Başına geçtiğim Türk ulusunun şan ve şevketi için
gece uyumadım, gündüz oturmadım. Ölesiye, bitesiye çalıştım. Tanrı yardım
etti, bahtım yâr oldu, yoksul halkımı zengin ettim. Türk ulusunu bütün
milletlerden üstün kıldım!"
Kitabelerin dilinden de örnek verelim:
"Uze kök tenri asra yağız yer kılındıkta ekin ara
kişi oğlı kılınmış. Kişi oğlında ûze eçü apam Bumin Kağan, İstemi Kağan
olurmuş. Orurupan Türk budunun ilin törüsin tutabirmiş, itibirmiş. Tort bulun
kop yağı ermiş, sû sülepen tört bulundakı budunuğ kop almış, baz kılmış,
başlığığ yükündürmüş, tizliğiğ sökürmüş." (İ E 1-2).
Bugünkü Türkçe'si şöyledir:
"Yukarıda mavi gök, aşağıda yer yaratıldıkta,
ikisinin arasında insanoğlu yaratılmış. Insanoğulları üzerine atalarım Bumin
Hakan, İstemi Hakan tahta oturmuş. Oturarak Türk ulusunun ülkesini, töresini
idare edivermiş, düzenleyivermiş. Dört taraf hep düşman imiş. Asker sevkedip
dört taraftaki kavmi hep itaat altına almış, muti kılmış. Başlılara baş
eğdirmiş, dizlilere diz çöktürmüş."
"Türk Oğuz Beğleri budun eşidin! Üze tenri
basmasar, asra yir telinmeser, Türk budun, ilinin torunun kem atatı? Udçı Türk
budun ertez okun!" (İ E 22-23).
Yani: "Türk, Oğuz Beğleri, Türk ulusu, işitin!
Yukarıda gökyüzü çökmedikçe, aşağıda yer delin-medikçe, Türk ulusu, ülkeni,
töreni kim bozabilir? Ey Türk ulusu, kendine dön!"
"Budun atı küsi yok bolmasun tiyin, Türk budun
üçün tün udımadım, kuntuz olımadım; inim Kül Tigin birle, iki şad birle
ölüyitû kazgandım. Anca kazganıp biriki budunuğ ot sub kılmadım." (II E 22)
Yani: "Ulusun adı, sanı yok olmasın diye, Türk
Milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Kül Tigin ve iki şad
ile ölesiye, bitesiye çalıştım. Bu kadar cehdedip müttehit milleti
dağıtmadım."
Ergenekon Destanı, "Büyük Türk
Destanı"ndan bir parçadır. Türk kavimlerinden Göktürkler'i konu alır.
Göktürkler'in kaynağını açıklamak ister. Ergenekon Destanı'nın özeti şöyledir:
Türk illerinde Göktürkler'e boyun eğmeyen bir yer
yoktu. Bunu kıskanan yabancı kavimler birleşerek Göktürkler'in üzerine
yürüdüler. Amaçları öç almaktı. Göktürkler, çadırlarını, sürülerini bir yere
topladılar. Çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince, vuruşma da
başladı. On gün vuruştular. Göktürkler üstün geldi.
Bu yenilgiden sonra yabancı kavimlerin hanları ve
beyleri av yerinde toplanıp konuştular.
"Göktürkler'e hile yapmazsak gelecekte işimiz
yaman olur" dediler.
Tan ağarınca, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını
bırakıp kaçtılar.
Göktürkler, "Bunların vuruşma güçleri bitti,
kaçıyorlar," deyip arkalarından yetiştiler.
Düşman, Göktürkler'i görünce birden döndü.
Vuruşma sonunda düşman, Göktürkler'i gafil avlayıp yendi. Göktürkler'i öldüre
öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını ve mallarını öylesine yağmaladı ki, bir
ev kurtulmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdi. Küçükleri kul edindi. Her
düşman birini alıp gitti.
Göktürkler'in başında İl Han vardı. Çocukları
yoktu. Fakat bu uğursuz vuruşmada bir tanesi hariç, hepsi öldü. Kayı adlı bu
oğlunu o yıl evlendirmişti. İI Han'ın Dokuz-Oğuz adlı bir de yeğeni vardı.
Kayı ile Dokuz-Oğuz düşmana tutsak olmuşlardı. Fakat on gün sonra bir gece
ikisi de kadınları ile beraber atlara atlayıp kaçtılar. Göktürk yurduna
geldiler. Burada düşmandan kaçıp gelen çok deve, at, öküz ve koyun buldular.
"Dört taraftaki illerin hepsi bize düşman. Gereği odur ki, dağların içinde
insan yolu düşmez bir yer izleyip oturalım," dediler. Dağa doğru sürülerini
alıp göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere
vardılar. Bu tek yol da öylesine bir yoldu ki, bir deve veya bir at güçlükle
yürürdü. Ayağını yanlış bassa yuvarlanıp parça parça olurdu. Göktürkler'in
vardıkları yerde akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, meyvalar, ağaçlar ve
avlar vardı. Böyle bir yeri görünce, ulu Tanrı'ya şükrettiler. Hayvanlarının
kışın etini yediler; yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye "Ergenekon"
adını koydular.
İki Göktürk prensinin Ergenekon'da çocukları
çoğaldı. Kayı Han'ın çok çocuğu oldu. Dokuz-Oğuz Han'ın daha az oldu.Çok
yıllar bu iki Hanın çocukları Ergenekon'da kaldılar. Pek çoğaldılar.
Dört yüzyıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar
çoğaldı ki, Ergenekon'a sığışamaz oldular. Buna bir çare bulmak için kurultay
topladılar. Dediler ki, "Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş
ülkeler, güzel yurtlar varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş.
Dağların arasından yoz izleyip bulalım. Göçüp Ergenekon'dan çıkalım. Ergenekon
dışında her kim bize dost olursa, onunla görüşelim. Düşmanla vuruşalım."
Kurultay bu kararı alınca, Göktürkler,
Ergenekon'dan çıkmak için yol aradılar, bulamadılar.
O zaman bir demirci dedi ki, "Bu dağda bir demir
madeni var. Yalın kat madene benzer. Şunun demirini eritsek belki dağ bize
geçit verirdi." Göktürkler varıp demircinin gösterdiği dağ parçasını gördüler.
Demircinin önlemini de beğendiler. Dağın geniş yerine bir kat odun bir kat
kömür dizdiler. Dağın üstünü, altını, yanını, yönünü böylece odun ve kömürle
doldurduktan sonra, yetmiş deriden büyük körükler yapıp yetmiş yere koydular.
Odun-kömürü ateşleyip körüklemeye başladılar. Tanrı’nın gücü ve yardımı ile
ateş, kızdıktan sonra demir dağ eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak kadar
yol oldu. O kutsal yılın, kutsal ayının, kutsal gününün, kutsal saatini
bekleyip bu yoldan Ergenekon'dan çıkmaya başladılar. Bu kutsal gün, ondan
sonra Göktürkler'de bayram oldu. Her yıl o gün gelince büyük tören yapılır;
bir parça demir alınıp ateşte kızdırılır. Bu demiri önce Göktürk Hanı kıskaçla
tutup örse koyar, çekiçle döver. Ondan sonra Türk beyleri de böyle yapıp bu
günü kutlarlar.
Ergenekon'dan çıkınca, Göktürkler'in ulu
hakanı Kayı Han soyundan Börteçine, bütün illere elçiler gönderirdi;
Göktürkler'in Ergenekon'dan çıktıklarını bildirdi. Tâ ki, eskisi gibi bütün
iller Göktürklerin buyruğu altına gire
KAYNAK:http://www.denizce.com/tdgokturk.asp