Hun ülkesinde
ticaret, ancak belirli kentlerde yapılırdı. Halkın büyük kısmı
yaylak ve kışlak ardında göçebeliği sürdürürdü. Hayvancılık ve
avcılık en önde gelen uğraşlarıydı. Bütün göçebe toplumlar yiyecek,
giyecek, barınak ve göç araçlarını kendileri sağlarlar, buna
karşılık yerleşik komşularından tahıl, baharat, pirinç, çay gibi
şeyler alarak kendi malları ile takas yaparlardı. Göçebelik birçok
bakımlardan yerleşik topluluklardan ve çiftçilikten daha üstün
özellikleri olan bir yaşama biçimiydi. |
Başta hayvan
yetiştirmek, ehlileştirmek; bitkilerin ekilmesinden, hasatından daha
zor, emek, enerji ve deney isteyen üstün bir sanattı. İş yalnızca
ehlileştirmekle bitmez, hayvanlara durmadan otlak ve yeşillik aranır,
yedirilir ve bu emeğe karşılık süte, ete ve yüne kavuşulurdu. Bu güç
yaşam koşullarında çobanlık hüneri ile beraber askerlik yetenekleri
artar, sorumluluk, ileri görüşlülük, fiziksel ve ahlaksal gelişmeler
güçlülük kazanırdı. İç Asya'nın bozkırlarında atlı bozkır kültürü,
yüzyıllar boyunca geleneklerini korumuştur.
Bozkır yaşamı içinde,
atın önde gelen bir yeri bulunuyordu. Türk boyları arasında en çok ata
binenler Hunlardı. Çin kaynakları onların daha küçükken, koyunların
sırtında fare, gelincik ve kuşlara, daha büyüdüklerinde tilki ve
tavşanlara ok attıklarını anlatır. Genç yaşlarda bozkırın zor koşulları
içinde bilinçli bir hazırlık dönemi geçirirler, delikanlılık çağında tüm
silahları ustalıkla kullanan zorlu birer cengâver olurlardı. Hunlar at
sırtında alışveriş yaparlar, yemek yerler ve uyurlardı. Bizanslılar
Hunlarla yaptıkları görüşmelerde onların eyerden inmek istemedikleri
için konuşmaların at sırtında yapıldığını anlatmışlardır. Gezginler,
yazdıklarında Hunların ata olan bağlılıklarını ve at ile iç içe
yaşamlarını geniş bir biçimde anlatırlar.
Pazırık
bölgesindeki kazılardan Hunlarla ilgili çok şey elde edilmiştir. Hunlar
birkaç çeşit çadır kullanmışlardır. En ilkeli, sırıkların birbiri ile
çatışarak konik bir biçim meydana getirenidir. Konik yapısı olan
karkasın üzeri keçe örtü olmadığından, karaçam veya kayın ağacı kabuğu
ile kaplanır. Bugün Altaylar'da sürülerini otlatan çobanlar arasında bu
çadıra Çum veya Kapa adı verilir. Sırıklar konik biçimde toprağa
konduğunda üzeri keçe bir örtü ile kapatılıyor, böylece sade ve çok
pratik bir barınak elde ediliyordu. Kurganlardan bu çadırlarda
kullanılmak üzere dikilmiş bezler çıkartılmıştır. Bu çadırlar öküz
arabaları üzerinde bir yerden diğerine kolayca götürülebiliyordu. Hunlar,
Göktanrı'nın gölgesinde konaklamayı arzu ettikleri her yerde bu
çadırları arabadan indirerek kullanabiliyorlardı. Ayrıca yuvarlak kubbe
tipinde büyük çadırlar da kullanılıyordu. Bu çadırlar hızla kurulup gene
aynı hızla sökülebildiği için göçebe yaşam biçimine uygun düşüyordu. Bir
baskın ve saldırıda, kolayca yer değiştirmek için bu çadırlar çok
elverişliydi. Ayrıca hayvanları otlatmak için gidildiğinde de bu
çadırlar kolayca kurulabiliyordu. Bu çadırlar daha sonraları ortaya
çıkan göçebe evlerinin ilk çekirdeğini meydana getirmiştir. Mimarlıktaki
kümbet düşüncesi bu kubbeli çadırlardan doğmuştur. Silindirik yapısı ve
kubbemsi çatısı ile bu çadırlar en sert fırtınalara bile
dayanabiliyordu.
Yaylalar ve bozkırlarda
Hun boylarının otlak ardında yer değiştirmeleri ilginç görünümdeydi. Hun
süvarilerinin ardında öküz arabaları içinde halk yer değiştirirdi.
Çeşitli takılar ve süs eşyası, hem atları hem de arabaları süslerdi.
Çadır üzerinde ve sancak sopalarının uçlarında değerli madenlerden
yapılmış hayvan biçiminde heykeller görülürdü. Arabaların arkasında ise
hizmetçilerle esirler ayrı bir grup olarak yürürlerdi. Sürüleri
besleyecek otlaklara ulaştıklarında yarım saat içinde çadırlarını
kurarlar ve yerleşirlerdi. Bir tehlike anında ise, çadırlarını daha da
hızlı toplarlar ve yola çıkarlardı. Bozkırda dağınık biçimde yaşayan Hun
topluluklarının başında kesinlikle bir başbuğ bulunurdu.
Her türlü tehlikeye
karşı askeri bir düzen içinde yaşarlardı. Savaşlar ve hayvan otlatma
dışında zaman bulduklarında erkekler deri işçiliği, kemik, tahta ve
madenden göçebe yaşamında her gün kullanılan çeşitli eşya yapımı ile
uğraşırlardı. Kadınlar ve kızlar ise yemek ve çocuk dışında halıcılık ve
keçe yapımı için tezgâhların başında çalışırlardı. Türklerin dünya
uygarlığına armağan ettikleri halıyı ilk kez bir Hun kadını yapmıştır.
Eşinin atma değerli bir örtü olarak düşündüğü halı daha sonraları başka
amaçlarla kullanılmış ve yaygınlık kazanmıştır. Atlarını süslemek,
Hunların vazgeçilmez tutkusu idi. Atların süslemesinde en çok koşum
takımı ve eyerin hayvan figürleri ile bezenmesine ağırlık verilirdi.
Çadırların kurulduğu yurdun içinde başbuğa bağlı bir düzen hüküm
sürerdi. Çadır sakinlerinin ve eşyalarının yerleri kesin olarak belirli
idi ve hiç kimse bu yerleri değiştiremezdi. Aletler ve diğer malzemeler
çadır duvarlarına asılırdı. Çadırın ortasındaki ocak yeri, hem evin
ortası, hem de en kutsal yerdir. Çadır sakinlerinin yeri bunun
çevresinde belirlenir. Ocağın arkasında yaşlı erkekler ve konuklar için
ayrılmış bir şeref köşesi bulunur, bu yere başköşe anlamına gelen tor
adı verilirdi. Burası zengin nakışlı halılarla kaplanırdı. Ocağın iki
yanına geceleri döşekler yerleştirilir, sabah olunca bunlar kaldırılır,
yüklük biçiminde toplanır, zengin nakışlı örtülerle süslü ve düzenli
görünmeleri sağlanırdı. Giyim ve ev eşyasında, yetiştirdikleri
hayvanların yünlerini kullanırlardı. Yün kendileri için gerekli her şeyi
yapmalarına olanak veriyordu. Gereksinmelerin dışında gelenekler
nedeniyle de yünü değişik alanlarda kullanıyorlardı. Özellikle kızların
çeyizi için dokumalarda yünün önde gelen bir yeri vardı.
Hunlarda
Kültür ve Sanat
Hunların yaşamı ve
ülkelerinin özellikleri, kendilerine özgü bir kültür yaratmıştı.
Hunların disiplinli yaşamlarından, sonraki Türk toplum ve devletlerini
kuracak bir çekirdek meydana geldi. Türk tarihinin temelini Hun
devletinin yarattığı düzen ve inanç oluşturuyordu. Altay dağları
ve yöresi Hunlar aracılığıyla ilk Türk kültür ve sanatının yeşerdiği
merkez oluyordu. Altay dağlarında rastlanan zengin kurganlar bunun en
açık göstergesidir. Ölülerin eşyaları ile beraber gömüldükleri mezarlara
kurgan adı verilmekteydi. Düz kılıçlara karşılık Türklerin yaptıkları
eğri kılıçlara kurganlarda çokça rastlanmıştır. Göktanrı'ya inanan
Hunlar her zaman güneşin doğduğu yer olan doğuya büyük saygı gösterirler
ve törenlerini doğuya dönerek yaparlardı. Altayların kuzeyinde zengin
altın madenlerinin bulunması, Hun kültüründe ve sanatında altın ve
altından eşyaya ayrı bir yer kazandırmıştır. Orhun
nehrinin yanında Hunlar kendi başkentlerini kurmuşlar ve sanat eserleri
ile bu bölgeyi donatmışlardı.
Altaylıların yerli
dokuma tekniğinin yanı sıra Çin ipeklileri ve İran dokumaları da
Hunların günlük yaşamına girmişti. Yünden yapılan keçeler dokuma
tekniğinin önde gelen ürünüydü. Üzerleri çeşitli süslemeler ile kaplı
keçeler değişik yerlerde kullanılıyordu. Süs resimleri arasında av
sahneleri birinci plandaydı. Altay dağları ile Güney Rusya arasında her
zaman bir kültür bağlantısı bulunmuş ve Kazakistan bozkırları bu iki
bölge arasında bir kültür köprüsü görevi yapmıştı. Altay dağlarındaki
Pazırık bölgesi Doğu ve Batı kültürlerinin kaynaşması ile yepyeni bir
uygarlığa kavuşmuştu. Hunlar yeni bir kültürün yaratıcısı olarak tarih
sahnesine çıkıyorlardı. Büyük İskender'le beraber Batı
Türkistan'a gelen Yunanlıların motiflerini Hunlar alarak daha
geliştirdiler ve değişik biçimler ortaya çıkardılar. Keçeler üzerindeki
Yunan motifleri yanı sıra Hun sanatı içinde Çin motiflerine yer
verilmiştir.
Hun sanatında yer alan
en önemli sahneler daha çok hayvan resimleri ve hayvan kavgalarıyla
ilgilidir. Ayrıca, Hunlar her türlü hayvanın heykelini de yapmışlardır.
Heykel yapımında daha çok bronz kullanılmıştır. Ancak tahtadan yapılmış
hayvan figürlerine de rastlanmıştır. Yarı insan yarı geyik biçiminde,
ruhları temsil eden çeşitli heykelcikler de görülmüştür. Türklerin
kutsal saydıkları geyik Hun sanatının önde gelen figürleri arasında yer
almıştır. Altay dağlarında görülen hayvanlar ile savaş sahnelerinin din
açısından da bir anlamı vardı.
Altay
bölgesi Hunlar sayesinde ilk Türk kültürünün doğduğu ve kişilik
kazandığı merkez olmuştur. Hayvan resimlerinin yanı sıra, göktanrıcılık
nedeniyle bolca gökyüzü resimleri de yapılmıştır. Çünkü onların gökleri
Çin ve Hindistan'da olduğu gibi bulutlu ve karanlık değildi. Ay ve
yıldızlar eski Türk kültüründe simgesel anlama sahiptiler. Gökteki
yıldızlara bakarak yollarını bulurlar, iklimin değişip değişmeyeceğine
karar verirlerdi. Türkler göğe önem vermişler, bütün ufukları kaplayan
göğün kendisinin de bir Tanrı olduğuna inanmışlardı. Yerle bağlantıları
yalnızca at ayakları ile kuruluyordu. Hunlara göre göğün bir ortası bir
de deliği vardı. Kutup yıldızına demir kazık adını vermiş ve bu yıldızı
göğün ortası olarak benimsemişlerdi. Dünya ile göğün bu demir kazığın
çevresinde döndüğünü varsayıyorlardı.
Hunlar devrinde
Tanrı Dağları bölgesi, Altaylar' dan daha
yoksuldu. Bu yüzden Tanrı Dağları'ndaki buluntular Altaylar'dan daha az
olmasına karşılık iki bölge kültürü arasında büyük benzerlikler vardır.
Altaylar'da hangi kültür dönemi başlamışsa bunun etkisi çevre bölgelerde
de gözlemlenmiştir. Altaylar'da başlayan demir çağı hemen civar
bölgelere de yayılmıştır. Bu açıdan Hun döneminde Altaylar etkin bir
kültür merkezi görünümündeydi. Orhun nehrinin kaynağı Büyük Hun
Devleti'nin de başkentiydi. Orhun nehri ve civarı ilk Türk kültürünün en
önemli belgeleri ile doludur. Bu belgeler incelenince Orhun bölgesinin
dış kültür etkilerinin bütünüyle dışında kaldığı anlaşılmıştır.
Orta Asya'da ilk Türk
kültürünün yaratıcısı olan Hunlar bu kültürü gittikleri bütün bölgelere
beraberlerinde götürmüşler ve egemenlikleri altına aldıkları tüm
bölgelerin halkına bu kültürü aşılamışlardır
KAYNAK:http://www.denizce.com/tdbuyukhun.asp