Uygur Kültürü
Uygur devleti başkanlarına bir süre sonra
kağan yerine kutsal mutluluk anlamına gelen "İduk Kut" unvanı verilmeye
başlanmıştır. Daha sonraları devletin merkezinin adı da İduk Kut olmuştur,
ismi Hoca
olan kışlık merkez bu yeni adı alırken, yazlık merkez olarak
Beşbalık
kenti korunmuştur. Uygur
devleti bağımsızlık döneminin sona ermesinden sonra, önce
Karahitaylar
devletine sonra da Cengiz Han'ın
Moğol
devletine bağlanmıştır. Bununla beraber son
Uygur
sülalesinin teslim oluşuna kadar sürdüğü anlaşılmaktadır.
Uygurlar
sahip oldukları bilgi ve kültür ile, bağlandıkları devlet içinde kendilerini
göstermişler ve her zaman devlet yönetiminde önemli makamlara
gelebilmişlerdir.
Maniheizm dini
Uygurlar'ı savaşçı ve göçebe bir ulus olmaktan çıkaran en önemli
etken olmuştur. Bu dinin müzik ve resmi desteklemesi nedeniyle
Uygurlar'da sanat ve kültür çok ileri düzeyde gelişmiştir.
Uygurlar'ın Mani minyatür resminin, İran ve
Hint minyatürcülüğünün kaynağı olduğu benimsenmektedir. Mabetlerde
bulunan Uygur freskleri de bu sanat dalının üstün örnekleri olarak zamanımıza
kadar gelmiştir. Bunların dışında Turfan'da yapılan kazılarda
ipek üzerine boyanmış sayısız resimler bulunmuştur.
Turfan
yöresinde yapılan kazılar, Budizmin etkilerini taşıyan birçok eseri gün
ışığına çıkarmıştır. Bu kazılarda Koço, Yarkoto,
Martuk ve Tuyuk Budist tapınaklarından
kalıntılar da bulunmuştur. Buralarda bulunan eserler eski Türk tarzı, daha
yeni Türk tarzı ve en yeni dönem diye başlıca üç gruba ayrılmıştır.
Bezeklik ve Murtuk'ta bulunan Fresklerde
Uygur Budist erkek ve kadın hayırsahiplerinin sembollerine
rastlanılmıştır. Bu freskler kültür tarihi bakımından olduğu kadar
gerçekçilikleri dolayısıyla ırk antropolojisi bakımından da ilgi çekicidirler.
Resimlerde Turan ve Ön Asya tipi özellikleri
açıkça görülmektedir Kazılardan yalnız Uygur Budizmi'nin
sanat eserleri değil, Türk diliyle yazılmış bir yığın kutsal kitap da
çıkmıştır. Yunanca, Süryanice, Sanskritçe dillerinden Uygurca'ya çevrilmiş
eserler arasında Budizmin bazı önemli eserlerinin çevirileri de vardır.
Uygurlar
Avrupalılardan yüzyıllarca önce kâğıdı biliyorlardı.
Araplar kâğıdın ne olduğunu Uygurlar'dan öğrenmişler
ve Araplar aracılığıyla kâğıt Avrupa ülkelerine geçmiştir.
Kitap basma konusu da aynı biçimde Uygurlar'da biliniyordu. Basımevi en eski
dönemlerde Çinliler'de ve Uygurlar'da
biliniyordu. Avrupalılar matbaacılığı gene Asya'dan
öğrenerek geliştirmişlerdir. Blok baskı tekniğinin Batı'ya kaymasında
Uygurlar'ın önemli rolleri vardır. Uygurlar kendi dillerini Moğollara
da öğrettiler ve Cengiz İmparatorluğu'nun resmi dili Uygurca
oldu. Moğol İmparatorluğu zamanında devletin üst kademelerinde Uygurlar önemli
görevler yaptılar. Kendi dillerinin sağladığı prestij sayesinde elçiler hep
Uygurlar arasından seçildi. Uygurların kültürel yönden güçlü
olmaları siyasal bağımlılıklarına karşı gene de bir ulus olarak varlıklarını
sürdürmelerini sağlamıştır.
Uygurlar
Moğolları vahşilikten kurtararak uygarlaştırmışlardır.
Moğol İmparatorluğu sınırları içinde hemen her köşeye resmi
görevli olarak dağılan Uygurlar bu imparatorluğun ayakta
kalmasını sağlamışlar ve bir anlamda Cengiz İmparatorluğu'nu
Türk-Moğol İmparatorluğu'na dönüştürmüşlerdir. Uygurca bir
süre resmi dil olmuş ve diplomaside sürekli kullanılmıştır. Kendi dillerinin
sağladığı üstünlük ile Uygurlar diplomasinin önemli
makamlarını ellerinde tutmuşlardır.
Uygurlar
çağında Türkler göçebelikten yerleşikliğe kesin olarak geçiş
yapmışlar ve yerleşik uygarlığın önemli örneklerini vermişlerdir. Doğu
Türkistan'da Karahoço, Karabalgasun,
Beşbalık, Karaşar, Hotan,
Yarkent, Turfan, Komul,
Kulca, Urumçi, Aksu,
Suço, Kanço, Çerçen gibi
büyük Türk kentleri kurulmuş ve geliştirilmiştir. Tarım,
endüstri, ticaret ve sanat çok gelişmiştir. Düzenli yollarla kentler birbirine
bağlanmış, sulama sistemi geliştirilerek en çorak topraklarda bile tarım
yapılabilmiştir. Heykelcilik, resim, kumaşçılık, halıcılık, çinicilik
fazlasıyla gelişmiştir. Uygur alfabesi, Uygurların yüksek
kültürleri nedeniyle tüm Asya ülkelerinde yayılmıştır. Uygur
alfabesi önceleri Cengiz İmparatorluğu'nda daha sonra da
Timur İmparatorluğu'nda resmi alfabe olarak kullanılmıştır.
Kağıdı bilen Uygurlar yazılarını Göktürkler
gibi ağaca değil kâğıt üzerine yazarlardı. Kâğıdı, yazıyı bilen
Uygurlar kendi kültürlerini yansıtan binlerce kitap basmışlar, güzel
ve açık Türkçeleri ile yazı, felsefe, din ve bilim sahalarında değerli eserler
bırakmışlardır. Doğu Türkistan harabelerinde binlerce
Uygur kitabı bulunmuştur. Moğollardan sonra
Mançular da Uygur alfabesini benimseyince Uygur alfabesi bütün
Asya'ya yayılmıştır.
Göktürkler
döneminden kalma mimarlık eserleri çok azdır ama, Uygurlar
kendi kurdukları uygarlığı yansıtan önemli mimarlık eserleri bırakmışlardır.
Uygurlar tüm kentlerini yirmi metrelik surlar ile
çeviriyorlardı. Böylece dış saldırılara karşı kentlerini koruyabilmişler ve bu
kentler günümüze kadar o dönemin simgesi olarak gelebilmiştir. Uygur
sanatında çeşitli ilişkiler nedeniyle Çin sanatının da geniş
etkileri bulunmaktadır. Uygurlar göçler sırasında
Tibet bölgesine de sızdıklarından Tibet halkı ile de
ticaret ve kültür alışverişi yapmışlardır. Yabancı metinlerden yaptıkları
çeviriler Uygurlar'ın yüksek bir uygarlık düzeyine sahip
olduklarını gösteren diğer bir kanıttır. Hint ve İran
minyatürcülüğünün aslını Uygurlar yaratmışlardır. Resim ve
müziği çok seven Uygurlar yüksek karakterli insanlardı. Resim sanatında ilk
kez model kullanan Uygurlar duvar resiminde de ileri
gitmişlerdir.
Uygurlarda
pasaport ve vize işlemleri de vardı. Kira sözleşmeleri yapılıyordu. Köylüler
bile işlerini hukuk belgeleri ile düzenliyorlardı. Türkçe Uygur vesikaları
kesinlikle kâğıda yazılır ve saklanırdı. Semerkand'ta kurulan
kâğıt endüstrisi daha sonraları çevre ülkelerine de yayılmıştır.
Uygur Türkleri
Altay dil grubunun "Hakaniye" lehçesini konuşurlardı. Dil bilginleri
Türkçe'nin tarihini dörde ayırmaktadırlar. Buna göre, ana Türkçe çağı, eski
Türkçe çağı, orta Türkçe çağı, yeni Türkçe çağı gibi dört ana dönem Türkçe'nin
tarihini göstermektedir. Uygur dili ve yazını IX-XV yüzyıl
arası olan orta Türkçe çağına girmektedir. Yusuf Has Hacip'in
Kutadgubilik ve Kaşgarlı Mahmud'un Divan-ı Lugat-it Türk adlı
eserleri bu dönemde meydana gelmiştir.
Uygur
Türklerinin yazısını da üç dönemde incelemek gerekir. Uygurlar ilk zamanlarda
Orhun yazısını kullanmışlardır. Daha sonraları Çin etkisi ile
Hue-Hu yazısını benimsemişlerdir. Sonraki yıllarda Moğol ve
Mançular da bu yazıyı benimsemişlerdir. Arap
yazısı gibi sağdan sola doğru yazılan bu yazıda harfler sözcüğün başında,
sonunda ve ortasında ayrı ayrı biçimlere girmektedir. Müslümanlığı
benimsedikten sonra ise Uygur Türkleri Arap yazısı ile
yazmaya başlamışlardır. Kaşgarlı Mahmud, Ahmet
Yükneki, Bilal Nazım gibi
Türk Uygur dilci, bilgin ve ozanları eserlerini Arap
yazısıyla yazmışlardır. Uygur yazınında, benimsedikleri dinlerin de rolü
olmuştur. Önceleri Buda ve Maniheizm dinlerinin etkisiyle yazılan eserler daha
sonraları Müslümanlığın etkisiyle yazılmıştır. Diğer dinlerin etkisine karşın
Uygurlar her zaman tek tanrıya inanmışlardır. Günlük
dillerinden Tanrı sözcüğünü düşürmeyen Uygurlar her şeyi Tanrıya bağlayan
yazgıcı bir düşünceye sahiptiler. 934 yılından sonra
Satuk Buğra Han zamanında Uygurlar Müslümanlığı
benimsemişlerdir. Daha sonraları başa geçen Musa Buğra Han ve
Harun Buğra Han zamanlarında da Müslümanlığın
Uygurlar arasında yayılması sürmüştür.
Uygur Türklerinin
yaptığı duvar resimleri birer şaheserdir. Bunun yanı sıra kendilerinden önce
gelen Türk boylarında olduğu gibi keten kumaşlar üzerine yapıştırılan lake
resim sanatı, kâğıt ve ipek üzerine çizme sanatı, kenevir üzerine yapılan
resim sanatı, kitap resimleri ve tahta baskı sanatıyla da uğraşmışlardır.
Uygur Türklerinin ortaya çıkışıyla Türk resim sanatında birden üslup ve teknik
değişikliği de kendini göstermiştir. Uygur Türklerinin bu yeni akımı
604'ten 1250'ye kadar sürer. Yeni akımda
Uygur Türklerinin doğu kültürü ile en çok yakınlık gösteren Türk boyu
olduğu tartışmasız olarak benimsenmiştir. Uygurlar aracılığıyla Türk resminde
hem teknik, hem de düşünce bakımından Uzak doğunun etkisi kendisini
göstermiştir. Uygur Türkleri Çin sanatını
yakından tanımışlar ama üslup ve teknik açılardan kendi resim sanatlarının
özgün çizgilerini korumuşlardır. Bu resimlerde konu olarak arkaya ok atan atlı
ve cennet anlatımları yanında Çin sanatının zarif hatları,
çekingen renkleri, süsleme motifleri de bulunmaktadır. Bu nedenle, söz konusu
sanatı, incelik ve zarafete yönelen Çin sanatı yerine,
Türklerin güçlü bozkır geleneklerine bağlamak gerekmektedir.
Böylece resim sanatında başlangıç başka Türk boylarına bağlansa bile,
Uygurlar'ın yüzlerce yıl pek çok eserde geliştirdiği üslup ve
tekniğin Türk sanatını zenginleştirdiği yadsınamaz.
Uygurlar'ın duvar resimleri genellikle Mani ve Buda dininin
metinleriyle ilgilidir. Tapınaklardaki duvar resimlerinde başrahibin
yolculukları ve maceraları dile getirilmektedir. Figürlerin düzen içerisinde
tek sıra halinde ve dik duruşları, Türk saray düzenini yansıtmaktadır.
Fresklerde kendi resimlerini çizdirmek isteyen adamlar ve Uygur şehzadelerinin
resimleri çok gerçekçi olarak canlandırılmıştır. Duvar resimlerinde fil resmi
de çoktur. Fil iyi niyet, sadakat ve iyilik simgesidir. Resimlerde fil ile
kağan arasındaki anlaşmazlıklar da çizilmiştir. Uygur Türkleri renk olarak
parlak renkler, özellikle koyu mavi ve kırmızı renkler kullanmışlardır.
Yazı yazarken Uygur
sanatçıları kalem kullanmamışlardır. Kaşgarlı Mahmud,
Uygur Türklerinin Çinlilerin aksine ağaçtan kalem
kestiklerini yazmaktadır. Boya koyu macun olarak sürülmez, aksine şeffaf gibi
ince bir cila halinde konulurdu. Hafif sürülen cila ile Buda ya da önemli bir
kişinin yüzünde gölgeler meydana gelirdi. Kitap resimlerinde ise, Buda
metinleri Uygurca olup, resim tekniği duvar resim tekniğinin aynısıydı. Siyah
ve al mürekkep ile yazılmış yazılar üzerine şeffaf cila sürülürdü. Mani kitap
tekniği ile Budist teknik arasında pek fark yoktu. Kitap resimlerinde Koçu
duvar resimlerindeki üslup ve teknik egemendi. Bu çalışmalarda hep geleneklere
dayanılıyor ve onlar anlatılmaya çalışılıyordu. En eskilerde ışık ve gölge
çelişkisi ile hacimler verilirken, daha sonra teknik, grafik bir gelişme
gösterir.
Arşiv için kullanılan yazı
malzemesi kâğıttır. Düzenli tutulan Uygur arşivlerinin çoğu zamanımıza kadar
kalmıştır.
Çömlekçilik Uygurlar'ın
ileri oldukları bir başka sanat dalıydı. Türkistan'ın tüm
önemli kentlerinde çömlekler yapılır ve bunlar boyanarak süslenirdi. Küp
biçiminde yapılan bu çömleklerin en büyüğü daha sonraları tandır olarak
kullanılmış ve ekmekler tandırlarda pişirilmiştir. Milattan sonra
birinci yüzyıldan sonra da Uygurlar bakır, demir,
kömür, gümüş ve altını eriterek işlemişlerdir. Taklamakan
Çölü araştırmalarında demir tavlamak için yapılan maden ocakları bulunmuştur.
Kuçar'da ise bakır ve gümüş dökmek için yapılmış olan
kazanlar ele geçirilmiştir. Kuçar kenti yakınlarında
Uygurlar'ın işlettiği bir de kömür madeni bulunmuştur. Kömür
işletmesini bilen Uygurlar bunun ateşi ile diğer madenleri
eriterek silah, kazma, kürek, balta, çapa gibi malzemeler de yapıyorlardı.
Demircilik ve bakırcılığın yanı sıra kuyumculukta da ileriydiler. Demircilik
işlerinin gelişmesiyle Uygur Türklerinde tarım ve sulama
teknikleri de gelişmiştir. Doğu Türkistan'da önemli sayıda
sulama kanalları yapıldı. O dönemlerde Uygurlar buğday,
mısır, pamuk, meyve ve sebze yetiştirmesini biliyorlardı. Potey
kalıntılarında ele geçen küplerin içinde buğday ve mısır tanelerine, keten,
atlas ve ipekli kumaşlara rastlanılmıştır. Hotan kenti kumaş
dokuması alanında çok ileri gitmişti. Koçu, Kaşgar
ve Hotan'da halıcılık ve hasır sanatları gelişmişti.
Koçu, Uygurlar'ın önde gelen halıcılık merkezidir.
Orta Asya
heykel sanatında Uygur üslubu önemli bir yere sahiptir.
Başlangıçta normal insan boyundaki heykeller giderek yerlerini on metreyi aşan
heykellere bırakmışlardır. Kuçar, Hotan,
Niye ve Akterek kentlerinde Uygur
heykel sanatının değişik örnekleri görülmüştür. Hotan heykelciliğinde alçı
tekniği egemen iken Kuçar ve yöresindeki heykellerde portreye yaklaşan ve eski
özellikleri koruyan eserler çoğunluktadır. İç Asya yerleşik
yaşamında yapı teknikleri üç kola ayrılmıştır. Atlı göçebelerle bağlantılı
olarak çadırı andıran hücre tipi yapılar, Hint, Budist ve Çin mimarlığına
bağlanan yapılar ile Çin tekniği görülürdü. Ocak mimarlık sanatında önemli bir
yere sahipti. Binaların bölümleri, oda ve hücreler çadır tipinde, yuvarlak ve
dört köşeli planda, kubbeleri yüksek kasnaklı olarak yapılırdı. Bu dönemde
surlarla çevrili kentlere "balık" adı verilirdi. Saray ve manastırlar ise
kentleri süsleyen başlıca büyük yapılardı. Bir Uygur kenti
olarak Balık, yedi kat hendekler ile çevrilir ve üç kat sur
ile örülürdü. İç akropol Ordu Kapağı adını taşır ve kağanın sarayı burada
bulunurdu. Tapınak ve manastırlar da saray mimarlığına uygun bir üslupta
yapılırdı. Bunlar da duvarlar ile çevrili yüksek bir set üzerinde
yapılmışlardı. Ortada Buda heykeli ya da Tanrı heykellerinin bulunduğu bina,
setin çevresinde ise rahip hücreleri sıralanırdı. Tapınaklar Uygur
mimarlığının önemli örnekleridir.
Bir ev tapınağına çizilen
figürlerde Uygurların tiyatro sanatında da ileri gittikleri
anlaşılmaktadır. Uygur tiyatrosu ile ilgili çeşitli belgeler ve figürler
kazılarda ele geçmiştir. Çin ve Hint etkileri tiyatro figürlerinde de vardır.
Mimarlıkta sütunlar çoğunlukla ağaçtan yapılır, boya ve yaldız ile süslenirdi.
Tavan süslemelerinde kenarları lotus motifleriyle çevrili, taç biçiminde,
alçıdan yapılmış çeşitli figürlerin bulunduğu ve bunların müzelerde saklandığı
bilinir. Uygurların ilk dönemlerindeki ilkel tiyatroları
Budizm'den sonra gelişmiştir. Misyonerler Budizmi yaymak için ilk zamanlarda
dinsel törenleri tiyatrolaştırarak halka takdim ediyorlardı. Sonuçta
Uygurların tiyatrosu ile Budistlerin dinsel tiyatrosu karışmış ve ortaya
yepyeni bir tiyatro sanatı çıkmıştır. Yeni çıkan tiyatroya Mitolojik Tiyatro
adı verilmiştir. Eski zamanlarda Türkistan'a giden gezginler
de Uygurlar'ın gelişmiş bir tiyatro sanatına sahip
olduklarını yazmışlardır. Müslümanlıktan sonra da Uygur Türklerinin
tiyatro sanatı sürmüştür. Garip ile Senem, Ferhad ile Şirin, Tahir ile Zühre
Uygur tiyatrosunun seçkin örnekleridir.
Uygurların
eğitim ve kültür açısından ileri bir ülke olmaları nedeniyle civar ülkelerden
birçok yabancı öğrenci tahsil için Kaşgar'a gelirlerdi.
Tarihi Kaşgar kenti yalnız Uygur Türklerinin
değil Türklük ve İslam dünyasının önemli kültür ve eğitim merkezlerinden
birisi olarak benimsenirdi. Hanlık, Vanlık, Çarsu, Orda gibi medreselerde
Farabi, İbni Sina, Abdurrahman Cami,
Ali Şir Nevai gibi doğunun yetiştirdiği büyük bilim
adamlarının kitaplarıyla öğrenciler yetiştirilirdi. Ayrıca Kaşgar'daki
Mesudi kitaplığı ile bütün önemli kitaplar Uygur
öğrencilerinin yararlanmalarına sunulmuştu. Doğu Türkistan
daha sonraları Çin yönetimine girdikten sonra Uygur ülkesinde
Çince eğitim yapan çeşitli okullar da açılmıştır. Çin baskıları son zamanlarda
artarak Uygur kültürünü ortadan kaldırmaya yönelmiştir. Uygur
ülkesinde artık Çin dili ve kültürü geçerli sayılmış,
Uygur dili ile kültür belgeleri yasaklanmıştır.
Tiyatro ile beraber
Uygurlar'da müzik de gelişmişti. Uygurların kendilerine özgü on iki
makamları bulunuyordu. Bu on iki makamın özelliği, Uygur
Türklerinin ulusal özelliklerini, örf ve adetlerini, toplum ve yaşama
biçimlerini, başlarından geçen çeşitli tarih dönemlerini içinde toplayabilmiş
olmasıdır.
Uygur
Türkleri doğuştan gururlu ve iklim koşulları nedeniyle de haşin
karakterlidirler. Bunun için ulusal irade ve dil kültürünü geliştirmede hiçbir
engel ile karşılaşmamışlardır. Atlı bozkır Türklerinin yerleşik yaşama
geçişleri ve bu tarz ile kendi karakterlerini kaynaştırarak yeni bir uygarlık
yaratışlarının en güzel örneği ilk kez Uygur Türklerinde
görülmüştür. Bulundukları bölge dolayısıyla Uygur
Türkleri Batı ve Doğu uygarlıklarının etkisinde kalmışlarsa da
esinlendikleri bu kültürden ayrı ve kendilerine özgü bir uygarlık meydana
getirebilecek kadar uyanık ve düşünsel çaba gösteren bir Türk kavmi olarak
kabul edilirler.
Uygur
Türkleri orta boylu, uzun ve sarı saçlı, düz burunlu, gök gözlü bir boy olarak
tanımlanmışlardır. Giysileri genellikle bozkır tipinin ortak özelliklerini
taşımaktadır. Çizme, börk, eşya asmak için kayıştan veya kumaştan yapılma Türk
kuşakları vardır. Kadına çok saygı gösteren Uygur Türkleri
genellikle tek kadın ile evlenirler ve kadına toplum içinde önemli yerler
verirlerdi. İncik, boncuk takmayı seven Uygur hanımları çok süslü
giyinirlerdi. Kadınlar hem evlerinde iş yaparlar, hem de beyleri ile beraber
tüm işleri yaparlardı. Hükümdar eşlerinin ise devlet işlerinde önemli yerleri
vardı. Hükümdar adına bazı yetkileri kullanırlardı.
Uygurların
ilk dönemlerdeki ekonomileri genellikle tarım ve hayvancılığa dayanıyordu. En
çok koyun, sığır ve inek beslerlerdi. Hayvan ürünlerinden elde edilen yiyecek,
giyecek ve barınma eşyaları Uygur Türklerinin ekonomisinin temelini
oluştururdu. Tanrı Dağları ve Tarım havzası
hayvancılığın merkeziydi. Demir, bakır ve kömür çıktığından Uygurlar
bu madenlere dayalı küçük elişleri de geliştirmişlerdi, İpek Yolu üzerinde
bulunmaları nedeniyle de Çin ve Batı
arasındaki ticaretten paylarını alırlardı.
Hunlar ve
Göktürkler'de görülen şenlik düzenleme geleneği
Uygurlarda da vardı. Ötüken Uygurlarının
kutladıkları bahar bayramı gene eski atalarının kutladıkları gibi her yılın
beşinci ayında yapılırdı. Bu ay içinde Uygur kağanının beylerini ve halkını
Tolen ırmağının kıyısında toplayarak gök tanrıya kurban
sunduğu hakkında Çin kaynaklarında bilgi vardır. İlkbaharda
kutlanan diğer bir bayram da, sürüleri otlatmaya çıkarma ayı olarak kabul
edilen ve 9 Mayıs'ta yapılan Örüs Sara bayramıdır. Ötüken Uygurları
hakkında gökle ilgili olarak bazı ayinler yaptıkları ile ilgili bilgilere yine
Çin kaynaklarında rastlanmıştır. Gökkuşağı görüldüğü zaman
Uygurlar genellikle şenlik yaparlardı. Tanrıya dualarını ise
güneşin battığı yere dönerek yaparlardı.
Kopuz, Uygurların
ulusal çalgısıydı. Şenlikler sırasında kopuz çalarlar, ata binerek yarışırlar
ve ok atarlardı. At sırtında gezerken veya giderken kesinlikle kopuz çalar,
şarkı söylerlerdi. Daha çok ilkbahar aylarında gezmeyi severlerdi.
Uygurlar ayrıca üçüncü ayın dokuzuncu günü de Hansıh şenliğini
kutlarlardı. Bu şenliğin anlamı soğuk yemek eğlencesidir. Bu şenlik
Hıristiyanların paskalyasına, Müslümanların ise
Hızır gününe karşılıktır. Bütün ateşler birgün süre ile söndürülür ve bir gün
önceden hazırlanan soğuk yemekler yenirdi.
Uygurlar,
şenliklerinde gümüş ve pirinçten yaptıkları kaplara su doldururlar, suyu
birbirlerine atarak spor yaparlardı. Suyun fışkırtılması ateşin söndürülmesi
anlamına gelmekteydi. Suyu birbirlerine atan Uygurlar,
bedenin serinlemesini sağlayarak sıcaklığın çıkmasına yardımcı oluyorlardı. Bu
şenlikler eski bir Şamanizm kalıntısı olan yağmur yağdırmakla da ilgilidir.
Uygur Türklerinde Toy töreninin devlet yaşamında önemli bir
yeri vardı. Toy törenleri beg oğlunun ilk avı, tahta çıkması, bir felaketten
kurtulma ve elçi kabul etme gibi durumlarda yapılıyordu. Tören çan vuruşu ile
başlar, herkes kağanın çevresinde eğilir ve daha sonra da armağanlar
dağıtılırdı. Bundan sonra müzik, içki, ziyafet ve gösteriler birbirini
izlerdi.
Uygur
devletinin siyasal yaşamı pek uzun olmamışsa da daha sonra ortaya çıkan iki
yeni Uygur devleti, Uygurları önemli bir yere kavuşturmuştur.
Uygur devletleri kısa ömürlü olmuştur ama, Uygur halkı
günümüzde bile topluca yaşamaktadır. Çin Halk Cumhuriyeti'nin
kuzeyinde, Doğu Türkistan bölgesinde, günümüzde bir
Uygur özerk bölgesi vardır.
KAYNAK:http://www.denizce.com/tduygur.asp