Tahtakuşlar Etnoğrafya Müzesi
Hıdrellez... Kaz Dağı'ndaki
Tahtakuşlar köyünde bahar bayramının ilk günü kutlanıyor. O sabah herkes
erkenden kalktı. Kadınlar, kızlar geleneksel giysilerini giyinip kuşandı.
Peynirini, zeytinini, çıkınını, adaklığını alan mezarlığa yürüdü gitti.
Atalarının mezarlarını çiçeklerle süsleyip bakımını yapan halk, yemeğini orada
yaktığı ocağa koydu, pişirdi. Karşılaştı, selamlaştı, bayramlaştı. Barıştı,
helalleşti, adağını dağıttı. Zeytin ağaçları bu paylaşıma tanık oldu, sevindi.
Bulutlar, gökyüzü, tüm doğa bu kutlamaya tanık oldu, sevindi. Aralarında,
giysisi nazar boncuklarıyla dolu küçük bir kız da vardı. Annesi kızının üstünü
başını sevgiyle düzeltti. Ve fısıldadı kulağına:
"Kem gözler uzak dursun senden;
dertler, kederler göç etsin yüreğinden..."
Kız annesinin sözlerini duydu,
sevindi...
Tahtacı Türkmenleri
O küçük bilmez, ama annesi
bilir: Anadolu, göçler diyarıdır... işte bu yüzden köyünün öyküsü de, ta Orta
Asya'dan başlar.
Oğuz boylarından biri olan
'Ağaç Eri'ler, 13. yüzyılda Moğol baskısından kaçarak Hazar Denizi'nin kuzeyine
göç etmişler. Önce Horasan'a, ardından Irak'a uzanan bu göç öyküsü, Toroslar'a
kadar devam etmiş. Tahta işlemedeki ustalıkları nedeniyle, onlara "Tahtacı
Türkmenleri", kısaca "Tahtacılar" denmiş. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u almayı
kafasına koyduğu zaman, kullanacağı gemi ve kızakların kerestelerinin İda
Dağı'ndaki ağaçlardan işlenmesini emretmiş. İşin 'erbabları'nın Toroslar'da
yaşadıkları anlaşılınca, Tahtacı Türkmenleri'ne yeni bir göç yolu gözükmüş.
Padişahın fermanı üzerine develerini yükleyip İda'nın yolunu tutan Tahtacılar,
burada Midilli isyanlarını bastırmada da kullanılan 67 adet geminin yanı sıra,
birçok ahşap malzeme de yapmışlar. Fetih sonrasında yöreyi terk etmeyip, Türkmen
geleneklerini sürdüren köyler kurmuşlar.
Kaz Dağı'nın görkemli ağaçları
büyük yangınlar geçirmeden önce, yörede av hayvanlarının bolluğu anlatılır.
1860'larda yerleşik düzene geçen Türkmenler, bu yüzden kurdukları köylerden
birine "Kuşlar Bayırı" demişler. 1948'de, köyün adını, alın teri döktükleri
ağaçlara ve geleneklerine saygıyla, "Tahtakuşlar" olarak değiştirmişler.
Edremit'e
17 km., Akçay'a 5 km.; Altınoluk'tan Akçay'a doğru giderken, yolun 15. km.sinden
(Akçay’a 5 km. kala) soğa sapıp iki kilometre asfalt bir yol ile Tahtakuşlar
Köyü'ne ulaşılıyor. Edremit Körfezi'nin mavisi ile sırtını yasladığı dağların
yeşilinin içine saklanmış bir inci beyazlığındaki evleri ile ilk görenleri
büyülüyor, Tahtakuşlar.
Gece Yarısı Bile Açık Müze
Ülkemizde
etnoğrafya -insanbilimleri dalı- Cumhuriyet'le birlikte çağdaş anlamda var
olmaya yüz tuttu. Bireyler antik değerleri sergilemekten ziyade, toplayan
olmaktan öteye gidemediler. Yasal zorlukları, parasal zorlukları vardı... Bilgi,
birikim ve özveri ile yola çıkmış bir insanın düşüdür, Tahtakuşlar Etnografya
Müzesi. Bu düşleri kuran ise; Ali Bey Kudar isimli 1932 yılında Tahtakuşlar
köyünde doğan Savaştepe Köy Enstitüsü mezunu, araştırmacı, derlemeci, iğne ile
kuyu kazıp, dünü bize kucaklatan insandır.
Oğulları Orhan ve Selim
Kudar'la birlikte, 'ütopist' bir tavırla, 1991 yılında müzeyi açmış. İçinde,
Türkmen sanatı örnekleri sergilendiği gibi, düzenli olarak resim ve el sanatları
sergileri yapılıyor. Kudar ailesi, müzelerini 1992'de 'Selim Turan Galerisi' ile
zenginleştirmiş.
Anadolu’nun dört bir yanından gelen aydın ve dost yürekler gördüklerini
gittikleri yerlerde anlatmışlar. TRT dahil birçok radyo TV ve yazılı basında
Tahtakuşlar, hak ettikleri yere gelmişler. 9 Eylül 1994 tarihinde galeriye bir
de kitaplık kazandırılmış. Gelen kitaplardan Tahtakuşlu çocuklar yararlanıyor.
Derslerini gelip burada yapıyorlar. Çocuklar doğal bir ortamda etnoğrafya
dersini alıyorlar.
Kudar ailesinin emeklerinin ilk
karşılığı, 1994'te müzeye verilen UNESCO Destek Ödülü olmuş.
UNESCO’nun ödülünün ardından, Balıkesirliler Birliği Derneği, Rotary Kulübü
Edremit Şubesi, Türkiye Seyahat Acentaları Birliği (TÜRSAB) tarafından ödüller
verilmiş. Müze her gün
açık. Mesai 'güneş saati'! Ama Kudarlar bu işi öylesine yürekten yapıyorlar ki,
kendilerini gece yarısı kaldıran birine bile, müzenin kapısını açtıkları oluyor!
Bu 'Don Kişot'luğun sonucunda, yöreye gelenler Tahtakuşlar'a uğramadan edemiyor.
Bel Bağları, Saç Örgüleri
Sergilenen eserler arasında,
geleneksel Türkmen giysileri, yün torbalar, kaz ayağı motifli para keseleri,
atların sırtına konan heybeler, çocuk yelekleri ve başa giyilen 'terlik'ler de
var. Alibey Kudar, gelen her konuğa ay şeklindeki nazarlığın erkek yaban
domuzunun alt çenesindeki art dişlerden birinden yapıldığını ve bu dişe 'çalak'
dendiğini; törelere göre çocuğun kesilen ilk saçının saklandığını; Oğuz
Türklerinin mezar taşlarında kaz ayağı motifi bulunduğunu bıkmadan anlatıyor.
Müzede, Türkmenlerin göç ederken Kızıldeniz'den topladıkları deniz kabuklarıyla
süslenmiş bel bağlarını; üzerlik tohumundan, bademden, incirden, karanfilden
yapılma nazarlıkları; Kaz Dağı köknarının kozalaklarını; 'belik' adı verilen ve
saçı kısa olan kız çocuklarına peruk gibi takılan saç örgülerini görebilirsiniz.
|
Müzedeki ilginç eserlerden
biri, Türkmen çadırı iskeleti. Bu çadırlar 1950'lili yıllara kadar
kullanılmış. Ardıç ağacından yapıyorlarmış, müzedeki ise kavaktan. Eskiyen
çadırlar atıldığı için örnekleri kalmayan çadırı, Edremit'in Hacıaslanlar
köyündeki son usta Ali Tuzlu yapmış. Müzenin sembolündeki kuşlar, köyün
adından alınmış. Kaz ayağı motifi, Oğuz Türklerinin devamı olduklarını
simgeliyor. Kapalı kapı, dağlarda yaşamışlığı; kalp de sevgi, dostluk ve
barışı... Tümü 'Sarıkız' söylencesini anımsatıyor, hani şu sarı saçlı,
güzeller güzeli kaz çobanını... Kem gözlülerin, kıskançların iftirasına
uğrayıp, babası tarafından dağa bırakılan Sarıkız'ı ve onun halk arasında
ermişliğe dönüşen öyküsünü... Onu da, kısmetse Alibey Kudar'ın bal damlayan
dilinden dinlersiniz bir gün. |
Aktar Gibi
Müzenin girişinde, nazarlıktan
heybeye kadar birçok otantik eşya satılıyor. Kaz Dağı'nda yetişen bitkiler ve
şifalı otlar da paketlenmiş. Aralarında damar açıcı Sarıkız çayı, naftalin
yerine kullanılan mor kekik, güzel kokulu mersin yaprağı, zeytin otu, deliliğe
iyi geldiğine inanılan pelin, mide ekşimelerini iyi eden dağ nanesi, çayı
yapılan karabaş otu, tütsüsü yapılan defne de var.
Mentollü ada çayı, biberiye,
sumak ve ıhlamur da raflarda yerini almış. Bu otların kokuları başınızı
döndürdüğünde, insanda Kaz Dağı'na tırmanma duygusu uyanıyor.
Dışarı çıktığınızda, zeytin
ağaçlarıyla karşılaşıyorsunuz. Ben, onların içinden bin yaşını aşmış birine
sarıldım ve dedim ki:
"Dışarda da kalsanız, siz de
müzenin en değerli parçalarındansınız"...
Kaynakça:
Skylife
Ekim-2004