YARAN
Çankırı
Yaran´ını yani sohbet alemlerini anlatmaya geçmeden önce,
bu sosyal müessese ile irtibatı olduğu bilinen Ahilik
müessesesinden birazcık bahsetmenin yerinde olacağını
zannediyoruz.
İnsanların birbirlerine kuvvetle itimat etmeleri ve
birbirlerini dil, din, ırk ve mezhep ayrımı gözetmeksizin
sadece "kul", "insan" oldukları için sevmeleri gibi temel
kaidelere dayanan Ahiliğin, pek çok bakımdan Çankırı
Yaranı ile alakalı olduğu bilinir.
Şöyle ki; Ahiliğin, bilinen altı şartı vardır. Bu altı
şart, "açık" ve "kapalı" olmak üzere ikiye ayrılır. Açık
olması gereken "alın, kalp ve kapı" dır. Ki, alın
açıklığından, başkalarının yanında yüz karası bulunmamak,
kalp açıklığından her insana sevgi beslemek, kapı
açıklığından da kendisine yardım istemeye gelen ve muhtaç
olan herkese kapısını açık tutmak kasdedilir. Kapalı
olması gerekenler ise "el, dil ve bel "dır. El´in kapalı
olmasından kasıt, hiç kimsenin hak ve hukukuna tecavüz
etmemek, dil´in kapalı olmasından kasıt, hiç bir kul
hakkında kötü söz söylememek, dedikodu yapmamak, bel´in
kapalı olmasından kasıt ise, hiçbir ferdin namusuna
tecavüz etmemektir. Dil konusunda ayrıca, "sır saklamanın
da şart olduğu" kasdedilmektedir.
Ahilik-Yaran:
Ahilik-yaran müesseselerinin aralarındaki en açık ve
sağlam birlik, şüphesiz ki "dil" kapalılığı şartıdır.
Bunun yanında el ve bel kapalılığı ile açık olması gereken
alın, kalp ve kapıaçıklığı şartları da birbirleri ile olan
sıkı bağını ortaya kaymaktadır. Ki, Yaran teşkilatını
anlattığımızda bu durum daha iyi anlaşılacaktır. Burada
hemen şu netice açığa çıkıyor ki, Ahilik teşkilatı içinde,
"feta"lar yani genç ahilerin yetiştirilmesinde esnaf
teşkilatları gündüz vazifesini yerine getirirken sohbet
teşkilatı yaran ile de mensuplarının gece hayatlarına olan
hakimiyetini koruyordu. Yani yaran da esnaf teşkilatları
gibi ahilik müessesesi içinde ele alınabilir. Çankırı
sohbet alemleri, yalnız Türkiye içinde değil, bütün dünya
için oldukça ilginç bir sosyal müessesedir. Bu sohbetlerde
ahlaka aykırı hiçbir unsur bulunmamaktadır. Yukarıda
bahsettiğimiz üzere Ahilik, erlik esaslarına dayanan bir
müessese idi. Bunun için her ahinin sofrası, eli ve kapısı
açık, gözü, dili ve beli kapalı olması kesin şart idi. Ki
bu esaslardan ilham alarak teşekkül ettirildiğine
inandığımız Çankırı Yaran Sohbetlerine katılan yaranın da
bu şartları taşıdığını biliyoruz. Çankırı Yaran Sohbetleri
geçmiş dönemlerde bir terbiye ve edip ocağı olarak vazife
görmekte idi. Anne ve babalar erkek çocuklarını terbiye
edilmelerini edep ve erkan öğrenmelerini sağlamak için
yaran sohbetlerine gönderirlerdi.
Bunun için Çankırı´da hala söylenen Dede Korkut´a ait bir
atasözü vardır.
"Oğlan babadan öğrenir sohbet gezmeyi,
Kız anadan öğrenir sofra düzmeyi"
Sohbet Odaları:
Çankırı yaran sohbetinin özel bir odası bulunur ve
odaların planı tipik Çankırı mahalli ev mimarisi
özelliğini taşımaktadır. Sohbet odasının tavanı işlemeli,
şerbetlikleri sanat eseri olur.
Sohbet odasına daracık bir koridordan geçilerek girilir.
Oda, uzunca ve büyük bir salon halindedir. Sohbet odasına
girilen kapının tam karşısında "ocak" bulunur. Ocağın üst
tarafında "şerbetlik" denilen ve lambaların konulduğu yer
vardır. Ocağın karşı tarafında ve koridorun solunda ikinci
şerbetlik vardır.Buraya da yine lamba ve sigara ile
içerisinde sigaraların yakılması için ateş bulunan küçük
bir mangal konulur. Sohbet odasının sağında bir basamakla
çıkılan "şahnişin" yahut "şahinci" denilen ve üzerinde
makatlar (sedir) bulunan özel bir yer vardır. Burada
çalgıcılar oturur.
Odanın sol yanı sedirle döşenmiştir.Üst tarafında ise çok
sayıda lamba, süslü tabak ve sahan gibi eşyaların
konulmasına müsait özel bir yer bulunur. Görüldüğü gibi
Çankırılılar sohbet odalarının oldukça süslü ve sanatlı
bir şekilde döşenmesine özel itina göstermektedirler.
Sohbet odalarının zevkli ve sanatkarane inşası yanında
buralarda yapılan sohbet alemleri de tam bir zevk ve sanat
şaheserleridir zaten.
Sohbet odasında 20-30, hatta 50 kadar gaz lambası yanar ve
oda gözleri kamaştıracak derecede aydınlık
tutulurdu.Şimdilerde aynı aydınlık, lamba yerine
ampullerle sağlanmaktadır. Sohbetlere katılanlar, sohbete
gelirken en temiz, en güzel elbiselerini giyerler. Her yer
son derecede temiz olur. Ocak gürül gürül yanar. Ocağın
sağ ve sol taraflarına yere "sevai-kutnu" minderler
konulur ve buralara büyük ve küçük başağalar oturur.
Sohbet odası, göze hitaben zengin ve çok çeşitli unsurları
taşıyan sanat şaheseri durumundadır.
Sohbete İlk Teşebbüs:
Çankırı sohbetleri, mutlaka kış mevsiminde yapılır. Soğuk
kış aylarında sohbet tertip etmek isteyen birkaç arkadaş
bir araya gelirler ve bir sohbet alemi (teşkilatı) kurmak
için sözleşirler. Bu arkadaşların hepsi aynı yaşta
olurlar. Sohbetler, her yılın kış mevsiminde ve Aralık
ayının 15´inde başlamak kaydı ile mevsim boyunca devam
eder. Bir araya gelip teşkilatı kurmayı kararlaştıranlar,
ilk önce Büyük Başağa ile küçük Başağa ve Yaran Kahyası´nı
seçerler.Seçilen bu sohbet idarecilerinin onayı alınarak
ta, diğer yaran ve bir de çavuş seçilir.
Daha sonra çalgıcılar, sohbette yenilecek yemekler,
yakılacak ışıklar tespit edilir. Yaran sayısı çavuş ve
çalgıcılar hariç olmak üzere toplam 24 kişidir. Ki, bu
sayının, 24 Oğuz Boyu´nu temsil ettiği söylenmektedir.
Yaran´ın Vazifeleri:
Sohbet teşkilatına katılacak olan herkese "yaran" denilir.
Bunlar da üç yaş kısmına ayrılır. Bir kısmı 18-20
yaşlarındaki gençlerden, bir kısmı 30-35
yaşlarındakilerden, diğer kısmı da biraz daha yaşlılardan
teşekkül eder. Son kısmı oluşturanların sayısı ise 5-6
kişiyi geçmez. Bunların vazifesi Büyük ve Küçük
Başağaların gözcülüğünü yapmak olup, gençlerin
başıboşluğuna meydan verilmemesini sağlamak ve her iki yaş
grubunu da idare etmektir.Yani bunların vazifeleri bir
bakıma sohbet meclisinin müşavere üyeleri olmaktır. Çünkü
Başağalar meclisin işleyişini ellerinde tuttuklarından,
birazcık baskı gösteren davranışları eğer gençlerin
tahammül gücünün sınırını aşacak şekilde ise, son yaş
grubuna dahil olanlar böyle durumlara müdahalede
bulunabilirler. Buna rağmen, hiçbir yarandan da farkları
yoktur.
Mecliste otururken yaş sırası esas olduğundan, yaşlılar
Başağaların etrafında bulunurlar, en gençleri de en
aşağıda oturur.
Her yaran diğer yaranın gözcüsü, hepsinin baş gözcüsü de
Başağadır. Yaranın bir "Yolsuz" durumu görülünce, suçlu
olana ihtar ve tembih görevi Büyük ve Küçük Başağa´nındır.
Eğer aksaklığı onlar görmezse, ihtar ve tembih görevi
çavuşa düşer. Ve bu ihtarlara itaat etmek şarttır. Aksi
taktirde ceza verilir. Yaran, mümkün olduğu kadar
arkadaşlarının ceza almasını gerektirecek hareketlerden
kaçınır. Hatta yarandan birisinin bir kabahat işlediğini
bir diğeri görse bile Başağaların bu durumu görmemesi için
elden gelen fedakarlık gösterilir. Çünkü cemiyet içinde
ceza görmek çok ağır bir durumdur. Öyleki; bazı suçların
cezası memleketten sürülmeye kadar vardırılır.
Küçük Başağa, sohbetin güzel idaresine ve çalgıcıların
yaranı şenlendirmek için her türlü maharetine, hal ve
hareketine dikkat eder.Ocak sahipleri (sohbetin kurulduğu
evin sahibi) ocak yaktıkları günün (sohbetin başladığı)
akşamı, çalgıcılara yemek verir. Küçük Başağa akşama bir
saat kala, yanında çavuş ve ocak sahibi olduğu halde eve
gelir, noksanları tespit eder, gider. Akşam yemeğinde
sadece ocak sahipleri bulunur. Yarandan ne bir kişi ve ne
de başağalar bulunur. Şayet bulunacak olur iseler, ocak
sahibi ve yemeğe gelenler de "erkan" edilir. Çünkü
eşitliğin ihmal edilmemesi gerekir.
İlk Adap:
Ocak olduğu gece bütün yaran akşam ezanından bir saat
sonraya kadar sohbet yapılacak eve gelmeye mecburdur. Eğer
mazereti varsa biraz geç gelmesi gerekirse mutlaka
Başağalardan birisine (genellikle Küçük Başağaya)
bildirmesi lazımdır. Küçük Başağa yaranın hepsinden önce
gelir ve yaran gelmeden bir kere daha eksiklikleri kontrol
eder, varsa şayet,tamamlar. Her şey tamam olunca da
köşesine diz çöküp oturur. Bu sırada çalgıcılar "Çuhacıoğlu
Peşrevi" denilen peşrevi çalmaya başlarlar ki bu peşrev
saatlerce de sürebilir.
Peşrev çalınırken, yaran da yavaş yavaş gelmeye başlar.
Yaranın geldiğini ocak sahibi veya çavuş, "Başağam, yaran
geliyor.." diye yüksek sesle haber verir. Kapıdan içeriye
giren her yaran, odanın ortasında ve odada bulunan
herkese, sağ elini göğsüne koymak suretiyle
"selamünaleyküm" diye yüksek sesle selam verir. Büyük
Başağa da, aleykümselam karşılığı ile selamını alır. Yeni
gelen yaran, boş bulduğu sedir veya minderlerden birine
iki dizi üzerine oturur.
Odaya Giriş:
Yaran ilk defa içeriye girerken başağalar dahil olmak
üzere, bütün yaran ayağa kalkar. Yaranın toplu halde içeri
girmesi caiz değildir. Her yaran geldikçe biraz bekler,
kapıyı vurur, içeriye haber verilir, ayağa kalkış ve
selamlaşmadan sonra yerine oturur. En son yaran geldiğinde
bile içerideki bütün yaran aynı şekilde ayağa kalkıp
selamlaşırlar.
Her yaran bu şekilde içeri girip oturduktan sonra, önce
Büyük Başağa sonra da Küçük Başağa tarafındakiler ayrı
ayrı "merhaba...efendi ağa.."derler. Bu merhabalar da sağ
eller sol göğüs üzerine konularak yapılır. Gelen her
yarana hemen bir kahve bir sigara ikram edilir. Kahve
sigara ikramını yapan ocak sahibi veya çavuş, bu işi
yaparken sol dizini yere koyup oturur vaziyeti alır.
Bu esnada bir başka yaran daha gelmiş ise, ayağa kalkmak
gerektiğinden hemen iki kahve fincanı ve sigarayı yere
koymak şarttır. Elinde kahve veya sigara ile ayağa kalkmak
yasaktır. Bu şekilde bütün yaranın gelip yerini alması bir
saat kadar sürer. Bu süre içinde herkes iki dizi üzerine
oturur ve sakin bir şekilde peşrevi dinlenir, asla
konuşmazlar.
Yaranın sonu gelip, herkes tamam olduğu zaman Küçük Başağa
Büyük Başağaya "başağam yaran tamam olmuştur" diye
bağırarak haber verir. Her iki başağa arasındaki ocak
devamlı surette yanar ve güğümler kaynar.
Yaranın sayısına göre ocak sahibi tarafından fincan
bulunması gerektiği için herkesin kahvesi aynı anda
pişirilir, önce Büyük Başağaya sonra Küçük Başağaya ve
sonra da Büyük ve Küçük Başağa tarafındaki yarana verilir.
Bu kahve çalgıcılara verilmez. Kahve dağıtımı herkese
yapıldıktan sonra bu durumu gözleyen Büyük Başağa
fincanını ağzına götürür ve içmeye başlar. Dağıtım işleri
tamamlanıncaya kadar kimse kahvesini içmez. Büyük Başağayı
takiben Küçük Başağa ve sıra ile sağ ve sol taraftakiler
birbirlerini takiben kahvesini içmeye başlarlar. Kahve
içimi tamamlandıktan sonra yine aynı şekilde evvela Büyük
ve Küçük Başağalar, sonra sağ ve sol taraftaki yaranlar
fincanları iade ederler. Bu iş de yarım saat kadar sürer.
Oturma Adabı:
Kahve içildikten beş on dakika sonra küçük başağa büyük
başağaya "Başağam, müsaade buyurunuz da biraz dizimizi
kaldıralım" der ve Büyük Başağa da "münasiptir" diyerek
sağ dizini kaldırır. Onu takiben Küçük Başağa ve sağ-sol
taraftakiler ancak sağ dizlerini kaldırabilirler. Biraz
sonra aynı şekilde sol dizleri için izin alınır ve sağ diz
indirilip sol diz kaldırmaya müsaade edilir. Otururken
ayak uzatmak, arkadaşına arkasını dönüp oturmak, bağdaş
kurmak kesinlikle yasaktır.Yalnız, yoruldukça dizlerini
veya yerlerini değiştirebilirler. Fakat yer değiştirmek
için de her halükarda dışarıya çıkıp tekrar içeriye
girerek boş bulduğu yere oturabilirler. Dışarı çıkmadan
yer değiştirmek olmayacağı gibi çıkarken de arka arkaya
çıkmak şarttır.
Oturma merasimi sona erdiğinde, sazlar da peşrevi
değiştirirler. Fasılalar başlar. Yaran içinde eğer musiki
bilen varsa, bunların bir kaçına küçük başağa işaret eder,
onlarda aynı merasimle dışarıya çıkarlar, tekrar gelir ve
çalgıcıların oturduğu şahnişine geçerler. Şahnişinde
oturmak birazcık serbest olduğu için bağdaş bile
kurulabilir.
Yaranın da katılması ile saz heyeti (eskiden gırnata,
santur, keman, oniki telli saz, darbuka sonraları ut)
tamam olur. Çalgıcıların sohbetine devamı süresi içinde
para ile çalmak üzere sadece sohbet için seçilirler.
Çalgıcılar o gece kesinlikle bir başka yere gidemezler.
Şahnişine geçen yaranlar ancak ses çıkaran aletlerden
zili, defi, kaşık, zilli maşa gibi aletlerini
çalabilirler. Yarandan hiçbirisi, çalgıcıların sazlarını
bilseler dahi çalmağa izin alamazlar. Çünkü kesin surette
yasaktır.
İlk Fasıl:
Ses çıkaran çalgılardan çalmak üzere şahnişine geçen
yaranın da katılması ile tamam olan çalgı takımı ilk
olarak "akşam oldu" gibi çok gürültülü bir şarkıyı çalmaya
başlar. Devam ile "Yüzüğümün allı pullu kaşı var",
"Evlerinin önü çepçevre avlu", "Aşkın çakmağını sineme
çaldın", "Sabahın seher vaktinde görebilsem yarimi",
"Girdim yarin bahçesine", "Kalk gidelim Karataşa Üzüme"
gibi türküler söylenir.
Bu şarkı ve türküler gibi mahalli ve milli havalar, hemen
hemen bir saat sürer. Bu esnada da ocak sahibinin
ahbaplarından ve dostlarından oluşan misafirler de gelmeye
başlar. Gelen misafirler şayet sohbet adap ve erkanını
bilirse münasebetsiz durumlara rastlanmaz. Ocak sahibi
tarafından başağaya haber verilerek veya başağa
tarafından bizzat davet edilen bu misafirler iki kısımdır.
Bir kısmı sadece kahve içmeğe davet edilir. Diğer bir
kısmı ise sabah vaktine iki-üç saat kala yenilen yemeğe
kadar ağırlanırlar.
Misafirler:
Misafirlerin sayısı sınırlı değildir. Ocak sahibi istediği
kadar davet edebilir. Ama çoğunun gelmediği bilinir.
Misafir sohbet yerine geldiğinde, dışarıda bulunanlarca
çavuşa yahut ocak sahiplerinden birisine haber iletilir.
Haberi olan içeri girer ve büyük Başağaya hitaben ve
herkesin duyacağı şekilde "Başağa misafir geliyor" diye
haber verir ve hemen misafirin yeri hazırlanır. Şayet
misafirin oturacağı bir yer yoksa, yarandan bir kaçı
dışarıya çıkarılır.
Misafir odaya girişte, herkese hitaben, elini göğsüne
koyarak "selamünaleyküm" diye selam verir. Bu sırada bütün
yaran ayağa kalkar ve sadece yaranbaşı "aleykümselam" diye
selamı alır. Misafir boş bir yere oturur. Hemen büyük
başağa ve sonra küçük başağa tarafından başlayarak sağ ve
sol taraftakiler sıra ile "merhaba" derler. Ardından,
hemen sigara ve kahve ikram edilir. Yaran dan birisi
misafiri hemen söze tutar, misafirin sohbet odasındaki
noksan vaziyetleri tespit etmesine fırsat vermez. Şayet
misafir, kazara tanımadığı birisinin yanına oturmuş ise o
kişi hemen kalkıp dışarı çıkar. Tanıdığı birisi gelip
oturur ve lafa tutar. Misafir öyle meşgul edilir ki bir
yandan sazların türlü nağmeleri, bir yandan edilen
lafların etkisiyle misafir ayrıldığı zaman bir tatlı
hayalden öte hiçbir şey hatırlayamaz.
"Kalk Git" Kahvesi:
Saz faslı devam ederken, bitiş zamanını yaranbaşı veya
küçük başağanın verdiği bir işaret tayin eder. Ve hemen
misafire "kalk git kahvesi" denilen kahve verilir. Misafir
kahvesini içince kalkar ve merasimle uğurlanır. Eğer
misafir kahveyi içince kalkmaz ise, bu defa küllü bir
kahve verilir. Kül boğazını gıcıklayacağı ve öksürteceği
için, öksüren bir kimse de cemiyet içinde duramayacağından
mecburen kalkar. Daha da gitmez ise misafirin ayakkabıları
önüne getirilir. Şayet yine kalkmayı akıl etmez direnir
ise kolundan tutup kapı dışarı edilir.Misafir eğer hürmet
gösterilen bir zat ise saz takımı uğurlama sırasında
"Cezayir Marşı"nı çalar.
Orta Oyunları:
Kahve misafirleri uğurlandıktan sonra kapılar kilitlenir,
kapı dışına asılmış olan fenerler içeri alınır (şimdi
dışarıdaki lambalar söndürülür) artık misafir kabul
edilmez ve orta oyunları başlar.
Orta oyunlarına "yemek misafirleri" de katılabilir. Bu
oyunların başlıcaları şunlardır.
1- Tura oyunu
2- Şildir şip
3- Yüksük oyunu
4- Samıt (samut, samt) oyunu
Tura oyunu oynanırken, önce bir tura yapılır, Büyük
Başağının önüne konulur. Büyük Başağa bir beyit söyleyerek
Küçük Başağanın ellerine turayı hafif hafif vurur. Küçük
Başağa da aynı şekilde yaranın en yaşlısına vurur ve bu
şekilde seslice beyitler ve o anda düzülen tekerlemeler
söylenerek devam eder.
Bu şekilde vakit geçerken bir el şamdanına mum dikilir ve
orta yere konulur. Herkes bu mumun etrafına halka olur diz
üstü oturur. Ebe ne yaparsa herkes aynısını yapmaya
mecburdur. Oyun yanıltma ve şaşırtmalar üzerine
kurulmuştur. Yanılan veya ebenin yaptığını yapamayanlar
cezalandırılır. Cezaların mahiyeti de genellikle kalkıp
oynamaktan ibarettir. Bu sebeple sohbet yaranı mahalli
oyunları bilmek zorundadır. Bu mecburiyet sebebiyle
Çankırı mahalli oyunlarının herkes tarafından bilinerek
yaşatılması sağlanmaktadır.
Ceza alanların oynamaları bütün yaranın yanılması
tamamlanınca başlar. Oyunlar tamamen mahalli oyunlardır.
Bazıları şunlardır. "Kömür gözlüm" "Mahi" "Genç Osman"
"Kavağın dalın budadım yoluna canlar adadım"... gibi.
Oynamalar tamam olunca tekrar oturulur ve oyunlara devam
edilir. En önemli oyunlardan birisi hiç şüphesiz ki "Şildir
şıp" oyunudur. Yine aynı derecede önemli olan diğer oyun
ise "Samut" oyunudur ki bu oyuna girenler kayıtsız şartsız
ebeye iradelerini teslim ederler. Ebe ne yaparsa aynısını
yaparlar. Oyuncular birbirlerini çok şiddetli tokatlarlar.
Hatta soyunup bir don ile kaldıkları olur. Yüzlerine
karalar çalarlar. Soğuk kış gecelerinde kar altında
kalırlar, eksi 15-20 derecede soğuk sulara girerler,
yıkanırlar, sırtlarına buzlar yüklerler. Bu halde iken
diğer sohbet ocaklarına giderler. Samut oyunu birkaç saat
devam edebilmektedir.
Yüzük
oyunu, diğerlerine nazaran daha tipik bir özellik taşır.
Yaran bu oyunda iki tarafa ayrılır. Bir tarafa Büyük
Başağa, diğer tarafa da Küçük Başağa başkanlık eder.
Ortaya 11 parça mendil atılır. İyi yüzük saklayanlardan
birisi bir tarafın önünde yüzüğü saklar. Sakladığı mendil
ya ilk defada yahut en son kaldırılmalıdır.
Yüzüğü saklayanda maharet olduğu kadar, bulabilende de
üstün bir zeka ve dikkat gerekir. Oyun, ellibir sayısında
biter. Fakat saatlerce devam eder. Bir tarafın sayısı
26´yi geçince, öbür tarafa hücuma geçer. Hücum edenlerin
eziyeti çok olur.
Oyunlardan Sonra:
Bu oyunlardan sonra Küçük Başağanın teklifi ile herkes
yerine oturur, kahveler içilir. Bu esnada yarandan sesi
güzel olanlar sadece saz ve tef eşliliğinde genellikle
Mısır´ın Napolyon tarafından işgalini anlatan tarihi
türkü, Sivastopol, Osmanlı-Rus Harbi, Kozanoğlu, Şam
Hadisesi, 1312 Yunan Seferi, Sultan Aziz´e ait türküler ve
Köroğlu gibi ezgiler söylerler. Bazen de kalın sesli bir
yaran ile ince sesli bir yaran tarafından Arzu ile Kamber
de söylenir.
Artık sabah yaklaşmak üzeredir. Ve son fasıl da saba
makamında yapılır. Bu fasıl gazel, beyit koşma, kalenderi
ve müstezatlardan ibarettir. Daha sonra yemek hazırlanmış
olduğu için Küçük Başağa Büyük Başağaya yemeğin hazır
olduğunu yüksek sesle duyurur. Merasimle eller yıkanır,
sofra bezleri serilir ve herkes sofraya oturur. Yemekten
önce gelmiş geçmiş yaranların ruhları için "fatiha"
okunur. Yemekte pilav ortaya konulduğu zaman büyük Başağa
çavuşa "Yollumuz yolsuzumuz var mı?" diye sorar. Çavuş da
"Adettir başağam." diye cevap verir. Bazen suçlunun önüne
pilav içine kaşık dikilir.
Suçlu bu vaziyet karşısında zor dakikalar yaşar. Yemek
bittikten sonra tekrar aynı merasim ile eller yıkanır,
herkes yerine oturur. Kahveler pişerken, yaranın en
yaşlısı herkese bir yemek ismi verir. Sonra Büyük Başağa
bu isimleri söyleyerek sahiplerini kaldırır, oturtur.
Sonunda birisi Büyük Başağanın yemek ismini söyler. Büyük
Başağa da "Bütün yarana kalktım" diyerek herkesi ayağa
kaldırır, sonra oturtur. Bu böyle bir kaç defa tekrar eder
ve böylece yemeğin hazmı yapılmış olur.
Arap Verme Usulü:
Sohbette zilli maşa ile tefin ismi "Arap´tır. Bunlar,
ortalığa, yani herkese aittir. Ocak kimde ise, yani
sohbetin yapılacağı oda sırası kimde ise bunlar bütün
hafta boyunca onda kalır. Çavuş, elinde uzun bir şamdan
ile öne dikilir, Büyük Başağanın önüne gelir. 12 telli
saz, gırnata, keman, tef, zilli maşa ve kaşıktan oluşan
saz takımı çalıp söylemeye başlar:
Fakirim geldi meydane Başına bağlıyor astar
Elinde gül dane dane Başağam cemalin göster
Başağa izin kime Yaran sohbetin ister
Paşam sohbetin kutlu olsun Paşam sohbetin kutlu olsun
Yeniçeri yeniçeri Kalk gidelim bizim bağa
Belinde hançer bıçağı Selam verelim sağa sola.....
Ağa al arabı gir içeri Yaran başı, izin kime?
Paşam sohbetin kutlu olsun Et padişahım sohbetin kutlu
olsun
Ardından, yarandan sırasını geçiren ile, sırası gelen ocak
sahipleri Küçük Başağanın önüne gelince bir halka
çevirerek otururlar. İki de kahve pişer. Şamdan da ortaya
konulur (şimdi şamdan yoktur). Hep bir ağızdan şunlar
söylenir.
Hacı hacı canım hacı yar malım yar
Başındadır altın tacı ah ağam ah
Sohbet tatlı sonu acı
İç paşam sohbetin şen olsun
"İç paşam" derken kahve yeni ocak sahibine uzatılır, geri
çekilir, sonra tekrar uzatılır verilir. Arkasından,
sohbetin eziyeti ve ağır olduğuna dikkat çekilen
nasihatleri dile getiren ezgiler okunur. Burada
yemeklerin çok nefis olması gerektiğine dikkat çekilir.
Bir sonraki ocağı yakacak olan ev sahibine arap verilir ve
bunların iyi muhafaza edilmesini nasihat eden şu türkü
söylenir.
Arap seni gezdirirler areyi areyi Arap seni beslesinler
bal ile
Yazarlar aklar üstüne karayı Dört yanını sarsınlar gül
ile...
ağa yaptı savdı sırayı Edep ile erkan ile yol ile
Et paşam sohbetin sırandan kalma Et paşam sohbetin,
sırandan kalma
Çavuş ağa davet eder getirir
Kadir mevlam eksiğini yetirir
Başağalar her işleri bitirir
Et paşam sohbetin, sırandan kalma
Bu esnada kahveler verilir. En son olarak ta şu beyit
söylenir:
Git çarşıya yağın acısın alma Akşama kadayıf geceye
helva..
Bütün bu deyişler ile ocak sahibine vazifeleri teker teker
sıralanmış ve sayılmıştır.
Evinin sağlam olması, baş ağaların her türlü zorlukları
halletmesi, edep erkan dairesinde ocakların yakılması,
hatta pilav yağının bile acı olmaması gerektiğini sıkı
sıkı tembihlemiştir.
Muhakeme Usulleri:
Çalgıcılar da dahil olmak üzere yemek misafirleri
giderler. Bunları küçük Başağa kapıya kadar uğurlar. Odada
yarandan ve çavuştan başka kimse kalmaz. Perdeler iner,
kapılar kilitlenir, hatta dinleyen var mıdır diye
dışarısı iyice gözetlenir. Çünkü artık yaranın "sır"
saatleri başlamıştır. Muhakemenin son derece gizli
tutulmasına bilhassa dikkat edilir.
Daha beş on dakika önce neşeli kahkahalar atılan sohbet
odasına ani bir sakinlik ve sessizlik çöker. Suçluların
benizleri uçmuş haldedir. Şayet o hafta hiç suçlu (yolsuz)
yok ise bir aşr-ı şerif okunur, gelmiş geçmiş yaranın
ruhlarına fatiha çekilir.
Geçen bir hafta içinde yarandan birisi hata işlemiş ise (
mesela sarhoşluk, fahişeye gitmek, arkadaşlarına karşı
edepsiz davranışta bulunmak... gibi) bunu bilen gören
varsa muhatap olan var ise hemen ayağa kalkar. Arkası
kapıya yüzü ocağa dönük olarak kapıya gider, sonra gelir
ve Büyük Başağaya eğilerek selam verir. İki diz üzerine
çöker, meydanda oturur.
Büyük Başağa:
"-Ne dileğin var... ağa?" diye sorar. O da "... ağadan
davacıyım " der demez, adı anılan hemen ayağa kalkar ve
evvelki yaptığı hareketlerin aynısını tekrarlayarak,
davacının sol tarafına iki diz üzerine oturur.
Davacı olan şahıs davasını açıklar. Gerekirse şahitler
dinlenir. Suç sabit olduğu takdirde, Büyük Başağaya
hitaben "-başağa, ne diyorsunuz" diye sorar.Küçük Başağa
da "-Madem ki bu işi .... ağa yapmış yolsuzdur ve erkanı
lazım gelir" diye mütalaasını açıklar.
Büyük Başağa, önce kendi tarafındakilere, sonra da Küçük
Başağa tarafındakilere sorar. Kimisi lehte, kimisi aleyhte
iddia ve beyanı onayladıktan sonra, ekseriyetle veya
ittifak ile yargılanan şahsın masumiyetine veya
mahkumiyetine karar verilir. Hüküm Büyük Başağa tarafından
ilgiliye "yolsuzluğunuz görülmemiştir" veya "..... sen bu
işi işlediğinden dolayı erkansın.." diye tebliğ edilir.
Karar kesin olup itiraz söz konusu değildir.
Davacı kalkar evvelki yerine, yolsuz çıkan da şahnişine
oturur. Yolsuz çıkanın dostlarından birisi şahnişine
geçerek "Yolun açmaya beni vekil ettin mi?" diye sorar O
da "Vekilimsin" der. Vekil de evvelkilerin merasimini
aynen tekrar ederek, Başağanın huzuruna diz çöker oturur:
"-Başağa ... ağanın yolunu açacağım.. Her ne emrederseniz
yapacağım" der. Başağa da Küçük Başağaya "... ağanın
yolunu açalım, filan gün bütün yaranı hamama götürsün,
tıraş ettirsin, hamamda yağlı yedirsin, çalgı getirsin,
akşam da evine götürsün.. Yarana takım yemeği yedirsin,
gece yemeği de versin..." diyerek çok ağır bir ceza hükmü
verir. Yapmazsa şayet, sohbetten ihraç memleketten
ihraçtan daha ağır bir cezadır. Çünkü "sen iyi bir adam
olsaydın, sohbetten kovulmazdın" şeklinde insanın
değerlendirmesi yapılır... Hatta, bu yüzden memleketi
kendi isteğiyle terk edip gitmek zorunda kalanların bile
olduğu anlatılır. Öyle ki bu tür cezaların getirdiği
sosyal bir nizam ahengi vardır ve her yaranın en ufak bir
kötülük yapmaktan daima kaçınır. Şayet elinde olmayarak
yapmış olsa dahi, sohbete intikal etmemesine azami dikkat
gösterirler.
Şayet, cezalının cezası hafif ise Küçük Başağa:
"-Başağa, hamamı bağışlayınız" ricasında bulunur. O da
etrafına danışır ve uzun süren mütalaadan sonra ceza, bir
defaya mahsus olmak üzere affedilirdi.
Şayet suçlu biraz serkeş ise yolunu açmazlar; ta ki yolunu
açıncaya kadar ne dava eder, ne de kendisinden dava olunur
ne de müzakereye iştirak ederdi. Her müzakerede yaran diz
çöktüğü zaman bu da şahnişine geçer, yalnızca muhakemeyi
dinler. Eskiden yolu açılıncaya kadar ocak ta vermezler,
ocağa da davet edilmezmiş...
Başağaların Muhakemesi:
Başağaların erkanı, çok zaman yaran üzerindeki hak
riyasetini hakkıyla yerine getirememesinden, yaranın
herhangi bir ferdinin şerefine lakayt kalmasından, yani
yaranın ilk gelişinde ayağa kalkmamak, "merhaba" dememek,
umum kahvelerini yaranın tamamı almadan içmek, yarana
karşı dürüst hareket etmemek, misafirlere kayıtsız kalmak
gibi hallerinden kaynaklanır. Eğer Başağalar dan birisi
yolsuzluk yapar ise, hakkında aynı şekilde dava açılır.
Aynı akıbetler Başağalar için de geçerli olur. Mahkemede
tarafsız hareket etmezlerse, yahut müşterek suç sahibi
bulunursa, her ikisine de dava açılır. Bu davayı
aralarında reissiz hallederler. Eğer yaran hükmüne
başağalar itiraz ederlerse, o sırada memlekette kaç tane
yaran varsa, bunların en yaşlı Büyük Başağalarına, mahkum
başağalar yaranın haksızlığından dava ederler. Böyle
davalarda başağaların ikisinin de mahkum olması şarttır.
Yalnız, Küçük Başağa ise Büyük Başağa; Büyük Başağa ise,
Küçük Başağa dışarıya duyurmaksızın davayı halleder.
Dava olunan başağa o sene ne kadar sohbet varsa onların
büyük ve küçük başağalarını bir yerde toplar, mahkum
başağaların yaranına haber gönderirler. Onlardan
davacılarla beraber 7-8 yaran da dinleyici sıfatı ile
beklerler. Mahkum başağalar dertlerini yeni heyete arz
eder, onlar da olayı tetkik ederler. Yaran yolsuz ise
yaranın tamamı, yaranın tamamı haklı ise başağalar yolsuz
çıkar (erkan ederler). Bu erkanı mahkum başağalar kabul
ederler ise taraflarından vekil gönderirler. Bu
vekillerin taahhütleri ile yaranın yeniden hükmedeceği
cezayı gelecek ocağa kadar yerine getirirler. Sonra da
sohbet mevkilerine geçer otururlar.
Davalı başağalar müşterek başağaların verdiği hükmü kabul
etmezlerse, Esnaf teşkilatının reisi olan Ahi Baba´ya
müracaat ederler idi. Ahi Baba´nın verdiği hüküm kati ve
hüküm de "yollu" yahut "yolsuz" diye neticelenirdi.
Şimdilerde Ahi Baba olmadığı için davalar bu derece
uzatılmamaktadır.
Yarandan Evlenenler Olur İse:
Yarandan birisi evleniyorsa, baş donanma gecenin
canlılığı, güveyi gezdirmesi yarana aittir. Düğün
yanaştığı vakit evlenen zengin ise yaran ve evlenen fazla
masraf eder. Başdonanması gecesi hizmet ve damadı
eğlendirmek yarana ait olduğundan, gerek başağalar, gerek
yaran canı gönülden çalışır, her hizmeti hallederler.
24 kişilik yaran ekibi, kayıtsız şartsız damadın
emrindedir. Baş donanma gecesi sabaha kadar yaran
ayrılmaz, ertesi gün hamamda yine aynı şekilde
beraberdirler. Hamamdan sonra da beraber gezerler, gerdeğe
kadar ayrılmazlar.
Başağaların Ocak Yakması:
Başağaların yaran üzerindeki fiili tesirleri sohbetin
bitimine kadar devam ettiği gibi bazen de senelerce sürer.
Haklarında ömür boyu bir hürmet beslenir.
24 kişilik yaran heyetinden ikisi başağalığa, ikisi başağa
yamaklığına, üçü çalgıya ayrılır ki son beşi ocak yakmaz.
Sadece çalgıcıların ücretini öderler. Çalgıcılar sohbet
sonuna kadar tutulur. Yedi kişi bu şekilde ayrılınca,
geriye kalan on sekiz kişi dokuz hafta, iki hafta da
başağalarınki olmak üzere sohbet onbir hafta devam etmiş
olur.
Küçük Başağanın Sırası Gelince
Küçük Başağaya ocak yakma sırası gelince, bütün yaranı
hamama götürmek, tıraş ettirmek, hamamda yağlı yedirmek,
çalgı ile gezdirmek, akşam ve gece takım yemeği vermek
şarttır. Önceden aralarında "fazla masraf yaptırmamak"
sözü verilmiş ise, o gün öteden beri oturdukları yerde
toplanırlar. Tıraş olurlar, hamam ve diğer masraflar
yapılmaz.
Büyük kısmı mor fesleri üzerine allı yemeni sararlar. Al
renkli kumaşlardan mintan giyerler. Bellerine de Acem ve
Trablus şalvarı sararlar. Bacaklarında zıpka, sırtlarında
cepken olduğu halde ikişer ikişer dizilerek yollarını
çarşıya tesadüf ettirmek suretiyle "Kuşhaneye" çıkarlar.
Orada gırnata ile şen havalar çalıp, türküler çağırarak
eğlenirler ve daha sonra ocak evine gelirler.
Sıra Büyük Başağada İse
Büyük Başağaların ocağında da aynı hareketler yapılır.
Küçük Başağa ne yaptı ise Büyük Başağa da bunun iki
mislini yapar.
Sona Doğru:
Sıra küçük Başağaya gelince, dava usulleri kalkar. Artık
cezalar yoktur. Fakat üç ay devamlı bir harekete alışmış
olan bir şahıs tabi ki bir günde huyunu
değiştiremeyeceğinden, dışarıya karşı mahcup olmamak için
bu üç aylık disiplinin tesiri tabii bir müddet daha
muhafaza ederler.
Artık kendilerine serbestlik verilmiş iken dahi eski
disiplini bozamazlar, bozmak isteyen olsa bile hemen önüne
geçerler. O gecelerde birbirlerine karşı daha şen ve bağlı
bulunurlar.
Son Geceleri, Veda:
Sohbetin son gecesi olan Büyük Başağanın ocağında aynı
tertip üzerinde hareket edilir, gece yemeğinden sonra (bu
yemek hemen hemen sabah ezanına yakın verilir) misafir
kalmaz. Sadece yaran ve çalgıcılar kalır. O sırada herkes
ayağa kalkar. Sazlar Cezayir Marşı´nı vurur. Bu marş
Çankırı´da hüzün ve matem ifade eder. Ayrılık gecesi
olduğu için yaranda bir hüzün başlar. Marşı ayakta
dinlerler. Bu sırada Küçük Başağa yerinden ayrılarak Büyük
Başağanın önüne çöker. İki elini öper. Büyük Başağa da onu
alnından öperek kucaklaşırlar.
Küçük Başağa yerine çekilir. Büyük ve küçük Başağa
tarafındaki yaran sıra ile büyük ve küçük başağaların
elini öper ve kucaklaşırlar. Sonra birbirlerini öperek
kucaklaşır veda merasimi yaparlar.
Cezayir Marşı´nın hüzünlü havasının uyandırdığı ve
ayrılığın verdiği tesirle zayıf kalpli olanlar ağlamaya
başlarlar. Bunu takiben, hepsi birden ağlamaya başlarlar.
Sohbetin Son Buluşu:
Doksan gün gibi uzun bir müddet başağaların baba şefkati
ile yaranı idare etmeleri ve yaranın kardeş muhabbeti,
gece-gündüz bir arada bulunmaları ruhlara derin tesirler
bırakacağı için bu ayrılık herhalde matem havası içinde
gerçekleşir. Bu şekilde veda merasimi biter bitmez doksan
gün hizmetlerinde bulunan çavuşağa gelir, cümlesinin
ellerini öper. Çalgı da marşı keser ve sıraya girerler.
Başağa birer kahve ısmarlar. Sohbet esnasında geçirdikleri
günleri anmakla, sağ olurlarsa gelecek sene yine bu
şekilde sohbet yiyeceklerini ve şimdiye kadar olduğu gibi,
bundan sonra birbirleriyle kardaş gibi görüşüp
sevişmelerini ve birbirlerinden dava esnasında kırılanlar
var ise haklarını helal etmelerini isterler.
Bu nasihat devresini de takiben, bir "Aşr-ı Şerif" okunur,
"Fatiha" çekildikten sonra, sohbet sonbulur.